Ana içeriğe atla

Kimlik ve Kişilik Kayması

Bu ülkede Anayasaya göre herkes eşit vatandaş ise de gelen siyasi iktidarlara göre vatandaşın bazısı öz, bazısı da üvey evlat olur.

Siyaset öz evlat muamelesi yaptığı kişileri şu ya da bu şekilde ihya eder, korur ve kollar. Kişilerin istek, talep ve beklentilerine göre kimine makam ve mevki verir kimine de ihaleler verir.

Bu şekilde bir taraftan kendi bürokrasisini devlete yerleştirirken diğer taraftan da kendi zenginlerini üretir. Bu yolla kendilerini ölümüne savunacak fanatik taraftar elde ederler. Bunun yolu da iktidarlar için kılıf bulmaktır. Bu da çok kolaydır oturmuş bir sistemi olmayan, iyi kötü işleyen bir sistem varsa onu değiştirmek, iktidarlar için çocuk oyuncağıdır ve buna hak sahibidir. Çünkü bu ülkede sandıktan çıkmak demek her şeyi yapmak, yapabilmek demektir.

Tüm bu süreci izleyen üvey evlat muamelesi gören kesim ise var gücüyle haksızlık var, adaletsizlik var, devletin imkanları birilerine peşkeş çekiliyor diye feryat eder.

Bir taraftan da bize de bir fırsat geçer de bir gün biz de öz evlat olursak, biz onlara göstereceğiz günlerini demek suretiyle bilenir ve kinlenir.

Gün gelir, devran döner. İktidarlar değişir. Öz evlatlar üvey, üvey evlatlar da öz olur. Öncekiler makam ve mevkilerde alınır, yerlerine iktidarın yeni öz evlatları yerleştirilir. İhaleler de aynı şekilde yer değiştirir.

Niçin böyle olur? Çünkü bizde görüşleri ne olursa olsun, zihniyetler değişmez. Bakmayın birbirlerini kıyasıya eleştirdiklerine. Hepsi birbirinin kötü bir kopyasıdır. Hepsi birbirinin hocasıdır. 

Türkiye siyaseti bu şekildedir. Böyle gelmiş böyle gidiyor.

Beni bu siyasetimizde anlayışımızda şoke eden kendini dindar, mütedeyyin ve İslamcı kabul eden kimselerin tavrıdır. Dün makam ve mevkilere getirilmeyen ve ihalelerden pay alamayan bu kesim, orta yerde bir haksızlık yapıldığını bir incinmişlik ve ötekileştirilmiş psikolojisi içerisinde ayet ve hadis okuyarak dile getirir. Biz gelirsek, böyle yapmayacağız derlerdi.

Geldiğimiz nokta itibariyle bugün tüm makam ve mevkiler dindar ve mütedeyyin insanların elinde. Dünün mücahitleri de müteahhit oldular. Gördüm ki hak yeme, haksızlık yapma, birilerini koruyup kollama yönünden bu kesimin de diğerlerinden hiç farkı yokmuş. Belki de tek fark diğerleri bu işlerin kılıfını bulurken ayet, hadis, din ve imanı ağzına almıyordu. Bunlar ise hala ayet ve hadisi dillerinden düşürmeden aynı şeyi hatta daha fazlasını yapıyorlar.

Artık zulüm ve haksızlık bu kesimin dilinde değil. Ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Hoş, çoğu da bir haksızlığın yapıldığına inanmıyor. 

İsterdim ki maalesef yapamadık. Ağzımıza yüzümüze bulaştırdık desinler.

Beni esas üzen haksızlığı ve gidişatı eleştirdiğin zaman bu kesimden niceleri, siyaset böyle. Yapmayan mı var şeklinde bir dönüşüm yaşaması. Ama biz böyle yapmayacaktık dediğinde olması gereken bu imiş denir. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu. Ben buna kimlik ve kişilik kayması diyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde