Ana içeriğe atla

Kutsallara Saldıranlara Ne Yapalım?

İster hak ister batıl hangi din ve inanca sahip olursa olsun, tüm din ve inançlar, o inanç sahiplerine göre doğrudur. Çünkü tüm inançlar kutsaldır ve dokunulamaz. O yüzden tüm inançlar saygı göstermeyi gerektirir, saldırıyı değil. 

Kim başkasının inançlarına saldırırsa, yaptığı edepsizliktir, had bilmezliktir, cami duvarına işemektir.

Buna rağmen kutsallara saldıran çıkmıyor mu? Çıkıyor. 

Bu tipler nasıl bir psikoloji taşıyor? Hasta ruhludur ve kendiyle barışık değildir. 

Niçin saldırıyorlar? Meşhur olmak ve dikkat çekmek için. 

Bunları ya da bunlara ne yapmak lazım? Böylelerine verilebilecek en büyük ceza, yaptığı saldırıyı gündeme getirmemektir. Basında hiçbir şekilde yer almamasını sağlamaktır. Saldırıyı gerçekleştirirken yapma, vazgeçme dememektir. Saldırı esnasında seyir için toplanacak kalabalıkları o mıntıkadan uzaklaştırmaktır. TV'ler vermezse, gazetelerde haber olmazsa, önüne mikrofon uzatılmazsa, video çekimi ve canlı yayın yapılmazsa, inanın kafasına koyduğu saldırıyı yapmaktan vazgeçer. Kısaca o kişiyi yokluğa mahkum etmek lazım. Bence bu ceza yöntemi çok etkili olur. 

Şu anlatacağım hikaye bu tipleri daha iyi anlatır. Adamın biri meşhur olmak ister. Ne kadar uğraştıysa da dikkat çekmeyi bir türlü beceremez. Ama içinde meşhur olamadım ezikliğini hep taşır. 

Bir gün padişahın katılacağı bir töreni fırsat bilir. Halkı selamlayan padişah, yerine geçerken bu şöhret budalası, meydana koşarak, "Padişahım" diye seslenir. Padişah kim bu densiz dercesine geriye dönüp bakar. Tam bu esnada padişahın yüzüne tükürür. Yaptığı bu densizlik tarihe padişahın yüzüne tüküren adam diye geçer. Tükürüğüyle meşhur olan, tüm yeteneği bu olan bu kişinin sonu ne olmuştur, bilmiyorum ama öyle zannediyorum, şöhret olmanın bedeli kellesinin vurulması olmuştur. 

Diyelim ki kutsallara saygısızlık yapanı yokluğa mahkum etmedik. Basın yoluyla herkese ve tüm dünyaya duyurduk. Bu durumda ne yapılmalı? Adı üzerinde bir ruh hastasıyla karşı karşıyayız. Soğukkanlılığı elden bırakmamak ve provokasyona gelmemek gerek. Ağzı bozmadan, edebince tepki göstermek gerek. Kem söz sahibine ait deyip söz ve yapılanı kendisine iade etmektir. Ötesi ve fazlası bu tiplerin ekmeğine yağ sürmektir. Cami duvarına işeyen böylelerini yola getirmek mümkün olmadığına göre kendimize dönüp kendimizi sorgulamamızda fayda var. Biz ne yaptık? Saldıran başkası demeyelim. Evet saldıran o ama belki de böylelerine kendi kutsalımızı anlatamadık belki de güzel örnek olamadık diye düşünmek lazım.

Ha böylelerinin yaptığı yanına kar mı kalmalı? Güvenlik kuvvetleri ve o ülkenin yargısı gerekli kovuşturmayı yapıp gerekli cezayı vermeli. Sessiz sedasız cezasını çekmeli ve akabinde bazı haklardan mahrum edilmeli.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde