Ana içeriğe atla

Laiklik tartışmaları üzerine *

Bir laiklik furyasıdır gidiyor; kalsın mı, kalksın mı diye. Yeter ki kuyuya biri taş atsın, tüm milletçe peşindeyiz o taşın. Hemen cepheler yerlerini aldı. Cephenin biri laikliğin faziletlerinden bahsede dursun, diğer cephe ise laikliğin bu ülkeye ve bu ülke insanına ne kadar zarar verdiğini söylemeye devam etsin. Yine her zaman ki gibi hiçbir konu bizde soğukkanlı tartışılmaz.

Ülke  olarak her konuyu bitirdik laikliği tartışıyoruz. Kalsa ne olur, gitse ne olur; artısı nedir, eksisi nedir üzerine konuşulmaz bizde. Birileri laiklik elden gidiyor nakaratını ağızlarına aldı bile. Osmanlı’nın son dönemlerinde de “Şeriat elden gidiyor” deniyordu. Daha düne kadar bu ülkede dindar-mütedeyyin insanların yaptığı her şey laikliğe aykırı idi. Kamusal alanlarımız belli giyim-kuşamlara kapatılmıştı, ikna odaları kurulmuştu, kürsülere çıkartılmamıştı birinciler, ödülleri verilmemişti dereceye girenlerin. Bir zamanlar 163.maddemiz vardı her tarafa çekilebilen. Yeter ki gücü elinde bulunduran seni içeriye tıkmak istesin. Her türlü hareket girerdi bu maddenin içerisine. Özal geldi 141,142 ve 163. maddeleri kaldırdı, mağdurları biraz nefes aldı. Gücü elinde bulunduranlar 163.maddenin kaldırılmasıyla birlikte meydana gelen boşluğu 312.madde ile doldurdu. Ezme ve ezilme tüm hızıyla devam etti.

İktidarı eline geçiren güç bir kesimi ihya ederken diğer kesimleri mağdur etti. Bunun için önceden çıkartılan ya da kendisinin çıkarttığı mevzuatın arkasına sığındı. Mahkemelerimiz yönetenlerin mağduriyetlerinin önüne geçeceği yerde iktidara göre yön değiştirerek kararlar verdi. Çünkü kutuplaşmanın en yoğun olduğu yerler maalesef hukuk fakülteleri. Çıkartılan mevzuat açık ve net olarak çıkartılmaz bizde. Hep yoruma müsaittir.  Gücü eline geçirenin zihniyetine göre bizde yargı safını belirler. Hasılı bizde mevzuat ve laiklik nedense hep demoklesin kılıcı gibi kullanıldı.

Ülkemizdeki sorun anayasa, kanun ve yönetmelikten ziyade olaylara insan merkezli bakmayışımızdandır. Sorun mevzuattan ziyade bakış açımızdadır, beynimizdedir. Adalet duygusu ön planda değildir. İktidara geçen kim olursa olsun kendisini tilki, karşı tarafı da horoz olarak görmektedir. Biliyorsunuz, tilkinin yüz planından doksan dokuzu horoz üzerine olurmuş. Acaba ben bu horozları nasıl haklarım derdindedir. Hangi mevzuatı çıkartırsak çıkartalım, iktidarda kim olursa olsun tüm hesabımız kendimizi tilki, karşı tarafı da horoz olarak görmemizden kaynaklanıyor.  Her şeyden önce bu kafa yapısının değişmesi gerekmektedir. Değiştirmediğimiz takdirde sistemimiz ister laik olsun, ister şeriat hukuku olsun fark etmiyor.

Yönetim tarzımız dünyanın en kötü sitemi de olsa adalet varsa o sistem en iyi sistem olur. Kafa yapımız değişmediği müddetçe, kendimizi tilki karşı tarafı da horoz olarak gördüğümüz müddetçe sistemimiz şeriat hukuku ile yönetilse de,  laiklik sistemiyle idare edilse de bu sistem dünyanın en kötü sistemi olur. 90’lı yıllarda bir TV programında sistem tartışması yapılıyordu. Tartışmacılardan biri de Anayasa Hukuku Prof. Hüseyin HATEMİ idi. Kendisine dünyadaki hukuk sistemleri soruldu. “Bugün yürürlükte olan anayasalar içerisinde İslam Hukukuna  en uygun anayasa Alman Anayasası” demişti. Biliyorsunuz bir mer’i hukuk vardır, bir de ideal hukuk. Benim tercihim de ideal hukuk olan İslam  Hukukudur.  Fakat merkezine adaleti almayan hiçbir sistem halkına adalet dağıtamaz. Ancak zulüm dağıtır. Sistem ister laiklik olsun, ister şeriat...  Kaygımız ve derdimiz adalet olursa, hukukumuz mağdurun hakkını koruyorsa sorun olmaz. Hatta aliyyü’l-âlâ olur.

Askerin yaptığı ihtilal anayasalarından başka bir araya gelip sivil bir anayasa dahi yapamayan sivil iradenin  sistem değişikliğini tartışması gülünçtür. Boşa kürek çekmedir.  Ben bugün yapılan tartışmaları sun’i gündem olarak değerlendiriyorum.


Sistemimizin adı ne olursa olsun merkezine insanı oturtmayan, insanî ve ahlakî değerleri almayan hiçbir sistem adalet dağıtmaz, dağıtamaz, dağıtmıyor zaten.  Önce kafa yapılarımızı değiştirelim lütfen! 30/04/2016

04.05.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde