Ana içeriğe atla

Günde Kaç Kilo Süt Veriyoruz?*

Sıra dışı bir valimiz vardı: Rahmetli Recep YAZICIOĞLU.  Bir holdingin etkinliğine davetli olarak Konya’ya gelmişti. Sunucu: “Değerli devlet ve siyaset adamı Recep YAZICIOĞLU’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum” şeklinde anonsunu yaptı.

Rahmetli eline mikrofonu aldı: “Ben siyasetçi değilim. Devlet adamıyım. Değerli miyim, değil miyim bilmem ama ben size devlet adamının durumunu  şöyle  anlatayım: İneğin biri günlük 40 kilo süt veriyormuş. Yetkililer ineğe gelip: ‘Biz seni devlet üretim çiftliğine alalım’ demişler. Günlük 40 kilo veren inek 4 kilo vermeye başlayınca, yetkililer: ‘İnek ne oldu sana? 40 kilodan indin geldin 4 kiloya. Bunun sebebi hikmeti nedir’ demişler. İnek: ‘Ben artık kadrolu oldum’ cevabı vermiş” şeklinde anlattığı fıkrayla  stadı kahkahaya boğmuştu.

Fıkradır gülünecek elbet. Fıkraların bir özelliği, güldürürken düşündürmek. Devlette çalışanların durumunu anlatmak için fıkra abartılmış. Bildiğim kadarıyla hiçbir inek günlük 40 kilo süt vermez. İnek üzerinden anlatılan bu fıkrada gerçeklik payı yok mu? Maalesef var. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için görevini layıkıyla yapmaya çalışan devlet görevlilerini tenzih ederim. Sayıları az da olsa var.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım. Eğri oturup doğru konuşalım. Hangi devlet kurumuna gidersek gidelim görüntü itibariyle herkes hummalı bir çalışma içerisinde. Her birinin önünde bir bilgisayar. Peki üretilen katma  değer nedir? Devlette çalışıp da sırtı terleyenin sayısı ne kadardır? Devlete katkımız var mı? Bir an için düşünelim: Kendimiz devlet olsak kendimize iş verir miyiz? Biz orada çalışmazsak işler aksıyor mu? Ya işimize ya da mesaiye riayetimiz ne kadardır? Devlette çalışanın yaptığı devamsızlığı özel sektörde yapabilir miyiz?

Yıllar öncesi bir personelim 4 günlük bir mazeret izni talebiyle geldi. Sebebini sorduğumda “Bizim oralarda şimdi hasat mevsimi. Ben yıllık mazeret  hakkımı hep bu mevsimde kullanırım" dedi. Ailene yardım edecek yok mu” dediğimde, “Ben manevi destek olarak yanlarında olup katkıda bulunacağım.” dedi. Mazeret izni bir hak mı dedim. “Evet” dedi. Buradaki görevin ne olacak, burası mağduriyet yaşayacak dediğimde sessiz kaldı. Bildiğim kadarıyla eşin özel sektörde çalışıyor. Eşiniz kurumundan 4 gün izin alabilir mi dedim. “Alamaz” dedi. Peki alırsa ne olur deyince, “Ya işine son verirler, ya da  Milli Eğitime gönderirler” dedi.  O zaman devlette de özel sektör mantığıyla çalışmak gerekir dedim. Devlete ait her kurum böyledir iddiasında değilim. Her çalışan hep böyledir demiyorum. Maalesef genel itibariyle durumumuz budur. Madem fıkra ile başladık, yine fıkra ile bitirelim yazımızı:

Bir İngiliz, bir Fransız bir de Türk çocuğu kendi aralarında “Kimin babası daha hızlı” tartışması yaparlar.

İngiliz: “-Benim babam daha hızlıdır. Çünkü 100 metreyi 5 saniyede koşar” der.

Fransız: “-Benim babam daha hızlıdır. Silahı ateşler, mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.

Türk: “-Benim babam daha hızlıdır. Babam devlet hastanesinde çalışır.  Saat 5’de mesaisi biter. 3’te evde olur” cevabı verir.

Her nerede çalışırsak çalışalım; işini, gücünü layıkıyla yapanlar olmamız temennisiyle...

Sahi ne kadar süt veriyoruz günlük...?

Zülfüyâra dokunmuşsam af ola. 06/04/2016
*09/04/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde