Ana içeriğe atla

Milli meselemiz: Giyim kuşam*

Sabah 07.29'da telefonum çaldı. Baktım kayıtlı bir velimin telefonu. Açtım telefonu. Alo demeye kalmadan: " Hocam yarışmaya serbest kıyafetle mi geleyim, yoksa okul kıyafetiyle mi?" Sorusuyla karşılaştım.  Cevabım tekti tabii: Okul kıyafetiyle kızım dedim.

Telefonu kapattım. Baktım bir cevapsız çağrı daha. Aynı öğrenci 07.21'de bir daha aramış. Anlaşılan kıyafeti dert edinmiş, gece yatamamış, Güneş'in doğmasını gücün beklemiş. Sarılmış hemen telefona bir umutla, acaba serbest kıyafetle gelebilirsin cevabı alabilir miyim diye. Aslında istediği cevabı verseydim çocuğun mutluluğuna diyecek yoktu. O hazzı verir miydim ona. Vermedim tabii. Çünkü devletin eski soğuk yüzünü temsil ediyorduk ne de olsa. Şimdi de mahalle baskısı, veli baskısı, çevre baskısı, firma baskısı, öğretmen baskısıyla bastırabildiğimiz kadar bastırıyoruz o serbestlik özlemlerini.

Baskıyı yapanlar geri planda, idareciler ise Erol TAŞ rolüyle en önde... Hafta başında veya hafta sonunda yapılan törenlerde eline mikrofonu alan kıyafetle başlıyor, kıyafetle bitiriyor konuşmasını. Hızını alamıyor teneffüslerde, gerekirse derslerde sürek avına çıkıyor: Nerede pantolonun, nerede ceketin, bu saçlar ne böyle, bu kırmızı rengi niye giydin diye. Şu öğrenciler okul kıyafetiyle geliverseler eğitimin bütün derdi bitecekti aslında. Çünkü bu ülkede kılık kıyafet meselesi memleket meselesidir. Hal yoluna kondu mu okula ve eğitime disiplin gelirdi. İşin garibi forma diye direten veli, öğretmen, yönetici hemen herkes serbest giyiniyor. Tek uğraştığımız kişiler daha 18'ini bitirmemiş orta ve lise öğrencileri. Gerekçemiz de hazır: Efendim emniyet açısından önemli, fakiri var zengini var; bazıları marka giyerken diğerleri alamaz. Üstelik çok açık ve dar giyiniyorlar...

Ömer DİNÇER zamanında kısa bir süre uygulanan serbest kıyafet uygulamasından görülen aksaklıklar yüzünden hemen vazgeçildi. Aslında biraz sabredilseydi giyim-kuşam normal seyrine dönecekti. Yaşlılar bilir: Eskiden kışların çetin geçtiği, karların 50-60 cm olduğu dönemlerde yayılmaya gönderilemeyen büyükbaş hayvanlar uzun süre ahırda beslenirdi. Ne zamanki karlar eriyip Güneş açınca annelerimiz hayvanın ayakları açılsın  diye dışarı çıkarırdı. Aylardır ilk defa dışarı çıkan hayvan bir o tarafa, bir bu tarafa koşar, nereye bastığını bilmezdi. Ara ara bu şekilde dışarı çıkarılan hayvan bir müddet sonra ne yaptığını ve nereye bastığını bilen bir hayvan olarak  normalleşirdi. Teşbihte hata olmasın. Kılık kıyafet serbestliğiyle birlikte görülen anormal giyim kuşamı ben; gün, Güneş görmemiş hayvanın durumuna benzetirim. Ah biz büyükler biraz sabredebilseydik çocuklarımız normalleşeceklerdi. Fakat neredeyse hiç birimiz çocukların yanında yer almadı.

Kıyafet toplumsal bir olaydır. Toplumsal konu ve olaylarda tek doğru yoktur. Formanın ve serbest kıyafetin eksi ve artıları vardır. Zamana bıraksaydık aslında çözülürdü bu mesele. Bir zamanlar kamusal alan adı altında Laikliği götürecek gericiliğin simgesi nice canlar yakan başörtüsü bugün her yerde serbest. Ne irtica hortladı, ne de Laiklik elden gitti.

Liseyi bitirdikten sonra serbest kalan gençlerimizin giyim kuşamındaki uçuk kaçık giyim tarzına ne diyebiliyoruz şimdi? Bu tür giyimlerin moda, özenti, kendisini ispatlama gibi nedenleri olsa da okul hayatındaki anlamını kavrayamadığı formaya tepki de var bu nedenler arasında.

Çünkü tek tip kıyafet çocukların kişiliklerine de sirayet ediyor. Tek tip elbise, tek tip düşünce bu asrın çocuklarına dar geliyor. Gençlik bunu yırtmaya ve yıkmaya çalışıyor. Zorla forma ısrarı, yemek yemek istemeyen ya da sevmediği bir yemeği ebeveynlerin çocuklarına zorla yedirmesine benzer. Aslında bu ısrarımız çocuklarda nefreti doğuruyor, isyan bilinci öne çıkıyor. Bu dönemde çocuklarımız serbest kıyafet giyerken denetimli serbestlik,  onlarda sorumluluk bilincini daha erken yaşlarda almalarına imkan sağlayabilirdi. Keşke kılık kıyafet konusundaki tavizsiz tavrımız yerine onlara hayatı ve hayatta karşılaşabilecekleri kötülüklere karşı kendilerini nasıl koruyabileceklerini öğretebilseydik daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Gelin çocuklar üzerinde biraz gözlem yapalım. Bir okul bir piknik yapacak olsa, bir geziye gidecek olsa; bir program, bir etkinlik, bir yarışmaya katılacak olsa öğrencilerin tek sorduğu: " Hocam serbest kıyafetle gelebilir miyiz?" Sorusu. Hani tilkinin yüz planından 99'u, horoz üzerine olurmuş ya. Öğrencilerinki de o hesap. Akılları, fikirleri kıyafette.

Serbest kıyafet özlemi çeken bu çocukların hasretlerine son versek inanın kıyamet kopmaz. Yeter ki velisiyle, öğretmeniyle, idarecisiyle çocuklar üzerinde ikna metodu, denetimli serbestlik ve rehberlik yapalım. Bu işkenceden çocuklar da kurtulsun, okul yönetimleri de... 14.04.2016
* 23.04.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde