Ana içeriğe atla

Sana göre dünyada senden başka iyi bir insan var mı?

Duydum ki hızlı bir şekilde tırmandığın makamda yaptıklarının karşılığını almış, semeresini görmüşsün. Vekaleten yürüttüğün görev için asaletin gelmiş. Seni tebrik ederim.

Hak ettin ama. Az mı mücadele ettin bu makamda, gücünü makamdan alarak. Aslında sen bir aracı idin. Biliyorsun "Bir hayra sebep olan o hayrı yapan gibidir."  Senin ki bu değerli sözle tam örtüşmüyor. Burada hayra sebep olan öbür dünyada karşılığını alır. Senin ki daha iyi. Sen işini öbür dünyaya bırakmadın.  Sebep olduğun iyiliğin karşılığını bu dünyada iken aldın. Artık ayaklarını yere basabilirsin, tapu gibi asalet belgen var elinde. Dün ayaklarını yere sağlam basamıyordun. Çünkü burnunun önünü göremediğin gibi yarınının ne olacağını da bilmiyordun.

Dün kendini ispatlamak ve sana gösterilen makamda kalıcı olmak için çok çalıştın çok.  Büyük bir operasyon yaptın. Çok kelle aldın. Kimin ayağını kaydır dedilerse "Eyvallah! Baş üstüne" dedin yaptın. Çünkü emir eri olmak böyle bir şey.  O günlerde  tıpkı kadrolu olmayan ineğin verdiği gibi gerekirse günde 40 kilo süt verdin.  Çünkü kendini ispatlaman gerekiyordu. İspatladın işte. Artık çok çalışmana gerek yok. Günde 4 kilo süt verebilirsin. Çünkü kimse senin ayağını kaydıramaz artık bundan sonra. Aslında bu makam seni kesmez, sen yine emir almaya devam et, daha yüksek makamlar seni bekler.

İnsan alışınca hiç zorlanmaz. Hani filmlerde  birini temizlemek için kiralık katil aranır.  İhtiyaç sahibi birisine bu teklif götürülür. Adam ne kadar  muhtaç olsa da teklifi geri çevirir: Ben Allah'tan korkarım diye. Sonunda mecburiyetten gider. Makam, şöhret ya da para için tanımadığı adamı öldürür. Bir süre içeride yattıktan sonra çıkar, patronu onu bir yere getirerek makam sahibi yapar, paraya da para demez. Hapiste her ne kadar tövbekar olsa da alışmıştır bir kere. Dün karıncayı incitmekten kaçınan kişi, olur artık seri katil. Çünkü makam, şöhret devam etmelidir. Senin ki de öyle. O makamda tutunmak amacıyla kelle koltukta  az mı suçlu-suçsuzun kellesini aldın, az mı insanın ayağını kaydırdın? Kim yapabilirdi ki bunu. Üstelik insanlarla alışveriş yapmadan, komşuluk yapmadan, yolculuk yapmadan dedikodu kültürüyle yaptın bu işi. Ağzında dualıydı hep... Biliyorsun ihale, yapabilecek olana verilir. Zaten emaneti ehline vermeyecek miydik biz? Bu işler için senden iyisini mi bulacaklardı. Alnının akıyla çıktın bu işten. Önünde efendilerinin midesini bulandıran insanları, besmeleli katilliğinle ekarte ettin. Boşluğu doldurmak için yine sana listeden verilenleri yerleştirdin. Aslında her yeri sen idare edebilirdin. Ama ekip ruhu olmalı değil mi?  Artık siz büyük bir aile oldunuz, bir aşiret gibi. Kim durabilir sizin karşınızda. Zaten rüzgar da hep sizden yana. Ama senin en çok neyini sevdim biliyor musun? Kellesini aldığın her insan için bir gerekçe buldun ya sana hayran kaldım gerçekten. Sen Şeytana pabucunu ters giydirirsin. Bravo sana!

Sahi, sana göre dünyada -senden başka- iyi bir insan var mı? Haydi buna cevap ver de konuyu kapatalım. Cevap veremezsin. Çünkü ağa-babalarına sorman gerekir. Çünkü sen onlar olmadan bir hiçsin. İraden yok, öz güvenin yok. Gücünü makamdan alan bir zavallısın. Şunu da unutma!  Seri katillerin, emir erlerinin makamları ila nihaye devam etmez. Bir müddet sonra ayak bağı olur, onu da bir başkasına temizletirler.

Tekrar hayırlı olsun Çingene beyliğin!... Seni çekemeyenler, seni kıskananlar çatlasın...

Kimden mi bahsediyorum? Yapan ve gocunan her kimse... 28/04/2016


Yorumlar

  1. Efenim kimden bahsettiginiz anlaşılamamıştır. Daha net olsa mesela tüm öküz dünyasından desek olur mu?

    YanıtlaSil
  2. Kişilerin ne önemi var efendim. Böyle rolü üstlenen herkes bu kapsama girsin. Öküz dünyası daha iyi bir sınıflandırma olur ama öküz zaten öküz olduğunu bilmiyor ki.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde