Ana içeriğe atla

Derdimiz Matematik*

27/04/2016 Çarşamba günü 8.sınıfta okuyan öğrenciler Türkçe, Matematik ve Din Kültürü derslerinden sınava girdiler lisede daha iyi bir okulda okumak için. Sınavdan çıkan öğrencilere nasıl gitti diye sordum: " Matematik zordu hocam" dediler.

Her çocuğun korkulu rüyası  bu Matematik. Bu güne kadar bu dersle ilgili, "Kolaydı" sözünü hiç duymadım.  Matematik=problem, problem=Matematik dense yeridir. Hiçbir konuda birleşemiyoruz ama Matematiğin zorluğunda biriz ve beraberiz. Bu ülkenin ortak bir derdi var. Hele şükür! Sorun; dersin kendisinde mi, hocasında mı, müfredatta mı?  Bilemedim gitti.

2015-2016 yıllarında yapılan sınavlardan Matematik net ortalamalarına bir bakalım: 2015 TEOG sınavında öğrenciler 20 Matematik sorusundan ortalama 7,6 net,  2016 YGS Matematik sınavında öğrenciler 40 sorudan  7,9 net,  2015 LYS Matematikte  9,72 net,  2015 LYS Geometride ise  3,78 net yapabilmişlerdir. 2012 PISA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Progr.) sonuçlarına göre Türkiye 65 ülke  içerisinde Matematikte  42.sırada.

Ben Matematik özürlüyüm. Fakat yukarıdaki istatistiğe bakarsak bu özürden Türkiye’de baya nasibini almış görünüyor. Eğitimimiz SOS veriyor. Matematik ise eğitim sistemimiz içerisinde en altlarda yaşam mücadelesi veriyor. Derdim bu dersi öğrenemediğimizdir. Bildiğim kadarıyla bu ders ortaokullarda haftada 4 saat iken 5 saate, liselerde ise 6 saate çıkarılmıştır. Öğrenci ilave olarak okullarda açılan yetiştirme kurslarına katılıyor, etüt merkezlerine gidiyor, özel ders alıyor. Aldığı yardımcı kaynağın haddi hesabı yok. Sonuç, sıfır elde var sıfır idi eskiden.  Şimdi eksiye doğru gidiyoruz. Hem de tam gaz  geri vitesle.

Ben burada en düşük net ortalaması olarak Matematiği konu edindim. Diğer derslerimizde de durum pek  iç açıcı değil. Sorunu çözmek için isterseniz tüm dersleri kaldıralım yerine hep Matematiği koyalım. Sonucun değişeceğine ihtimal vermiyorum. O zaman çözümü nerede arayacağız?

Matematik özürlü birisi olarak bu dersle ilgili öneride bulunmayı kendimi yeterli görmem. Fakat  bu ülkede herkes bilmediği ve anlamadığı alanda konuşuyorsa ben de birkaç kelam etmek isterim bu konuda: Bir defa başarının temelinde sevme vardır. Öğrenci bir dersi sevmezse asla o dersten başarılı olamaz. Ders saatlerinin  artırılmasına ve  takviye derslere rağmen hala mesafe alınamıyorsa bu dersin müfredatı ağırdır, hafifletilmesi gerekir. Konular -gelişmişlik seviyesine göre- öğrencilerin seviyesinin üzerinde olabilir. Öğretmen öğrencinin seviyesine inemiyor olabilir. Bir yılda öğrenilecek konu sayısı fazla olduğundan tam öğrenilmeden ve hazmedilmeden diğer konuya geçilmiş olabilir. Teori olarak öğrenilen bu dersin pratiğe dönüştürülmemesi de öğrenme eksikliklerinden biri  sayılabilir. Öğrendiği konuların günlük hayatta nerelerde kullanılacağını bilmemesi öğrenciyi dersten uzaklaştırabilir. Öğrencinin sayısal zeka olmaması, öğretmenin  dersi zorlaştırarak öğrencinin özel ders almasına zemin hazırlaması, öğretmen sirkülasyonunun çok olması ve öğrencinin iyi bir temel almaması… gibi nedenler sayılabilir. 

Önemli bir ders olan bu dersten öğrencilerimizin başarılı olması için sorumluluğu olan herkes şapkasını önüne koyup düşünmelidir: MEB’i, öğretmeni, öğrencisi, velisi, yöneticisi…Hiçbir şey aklımıza gelmiyorsa bile bugünkü metotlarımızı değiştirelim yeter. Hani adama: “Şu içkilerden hangisi iyi? Tadına bir bak” demişler ya. Adam ilk şişeden içer içmez: “Şu öbür şişe daha iyi” demiş. “Daha onun tadına bakmadın,  nasıl bildin deyince  adam: “Doğru. Onun tadına bakmadım. Ama hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olmaz” cevabı verir.

Evet! Kullanmadığımız diğer yöntemler daha iyi. Bu metotla bırakın net sayısını yükseltmeyi. Mevcudu korusak daha iyi. Çünkü her geçen gün daha kötüye gidiyoruz.


Zeka bakımından dünya çocuklarının içerisinde en önlerde olan bu ülkenin çocuklarını okullu olduktan sonra bu hale getiren elimizdeki sihirli deynek nedir? İsterseniz araştırmaya buradan başlayalım. Çünkü kimse burnundan kıl aldırmıyor.  27/04/2016

*30/04/2016 günü Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde