Ana içeriğe atla

Yüzümüzdeki maskeleri ne zaman çıkaracağız?


İnsanoğlu tüm gizemliliklerinin yanında kendini gizleyen, olduğundan farklı gösteren bir varlıktır aynı zamanda. Günlük hayatta  “Ya göründüğün gibi ol. Ya da olduğun gibi görün” sözünü söylemeyi çok severiz hepimiz. Ama gel gör ki, olduğundan farklı görünme çabası bir müddet sonra  kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası olmuştur artık farkına varamasak da.

Kendimizdeki olanı, doğallığı başkasından gizlemek için yüzümüze taktığımız  maskeyi bizi tanıyan herkes bilir bir müddet sonra. Bilmeyen tek kişi kalır: Kafasını kuma gömen maskeli kişi. Böylelerinin sayısı toplumumuzda azımsanamayacak kadar çoktur ve de çok tehlikelidir. Çünkü böyle tiplerdeki yüz sayısı ikiden az olmayacak şekilde çoktur.

Burada ben esas, yüzü maskeli derken, yaptığı makyajla yüzünü değiştiren tiplerden bahsetmek istiyorum. Niyetim makyaj yapanları eleştirmek değildir. Yapılmasına katılmamakla beraber kullananlara da saygı duyarım. Her konuda olduğu gibi makyajın kullanılmasında da ifrat ve tefritlerde olduğumuzu söylemek isterim.

Bir kurumda çalışırken -gibisi fazla- bir mankenle çalıştım. Giyim, kuşam, boy-bos, fizik kendini gösteriyordu. Bir gün lisede aldığı bir belgeyi getirdi. Fotokopi çekip aslını vermek istedim. Belgedeki fotoğrafa baktım. Bir de mevcut yüzüne baktım. Lise fotoğrafı şimdiki görüntüsüne pek benzemiyordu. Olabilir diye düşünmeden kendisi: “Ben birkaç defa estetik ameliyatı geçirdim” dedi. İşimi yaparken öyle mi dedim. Evrakın fotokopisini aldım, aslını kendisine takdim ettim. Birkaç ay sonra yaptığım bir toplantıda; başı öne eğik, sağına soluna bakmayan ve hiç söz alıp konuşmayan biri vardı. Saçlarıyla da yüzünü göstermemeye çalışıyordu. Birkaç defa söz verip cevap almak istedim. “Evet-hayır” cevapları aldım. Bir derdimi var diye soru sormak için yüzüne baktım. Görebildiğim kadarıyla yüz hattı itibariyle tanıdığım personelim değildi. Gerçekten şaşırıp kaldım. Toplantı bitimi yardımcıma paylaştım bu durumu.  “Hocam, ne olacak. Makyaj bu” dedi. Daha önceki görüntüsünün makyajdan ibaret olduğunu nihayet geç de olsa anladım. Bir makyaj bu kadar mı insanı değiştiriyordu. Bir bakışta derdini de anlamıştım. Niye başını kaldırıp konuşmadığını da. Makyajsız yüzünden utanıyordu. Allah kimseyi bu hale düşürmesin. İki gün boyunca kuruma makyajsız geldi. Kimseyle doğru dürüst konuşmadı. Kendi haline girdi çıktı.  Yüzü de hiç gülmedi. O gülen, şen şakrak kişiden eser kalmamıştı. İki gün boyunca hayatı kendine zindan ve zehir etmişti. Sonraki günler makyajıyla beraber kuruma arzı endam etmeye başladı. Huzur ve mutluluğu da yerine gelmişti. 

Gel zaman git zaman kurumda olmadığı gün tayin evrakını imzalatmak için kurum dışında evine yakın, bilinen bir yerde buluşmak için telefondan görüştük.  Ben araçta otururken yardımcım inip evrakı imzalattı. Ayrılmadan önce oturduğum yere gelerek “İyi günler efendim” dediğinde başımı kaldırıp selamını aldım. Yüz yine makyajsızdı. Vedalaşıp ayrıldık. Kendi kendime düşünmeye başladım. Demek ki makyajı dışarı çıkarken, işine giderken yapıyordu. Yani başkasına süsleniyordu, eşine değil.

Eskiden bir araç alacağımızda ilk önce kaportada boya var mı denirdi. Eğer boya varsa kolay kolay o aracı almak için yanaşmazdık. Çünkü orijinali bozulmuş kabul ederdik. Araçtaki çürük-çarığı kabul ederdik ama boyayı asla. Doğaldı hep tercihimiz.

Yine eskisi gibi konuşmamızda, hal ve hareketlerimizde, giyim ve kuşamımızda, görüntümüzde taktığımız ve kullandığımız maskeleri bir tarafa bıraksak ne iyi olur değil mi? Ne dersiniz? 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde