Ana içeriğe atla

Açık büfe... "Ya benim canımı al, ya da midemi büyüt"

Şubat 2016'da  5 yıldızlı bir otelde 3 günlüğüne bir seminere katıldım. İçinizde izin ve tatil dönemlerinde  böylesi yerlere gideniniz vardır. Ben biraz gezme özürlüyüm. İlk defa katıldığımı söylesem ayıp olmaz sanırım.

Seminerimiz dolu dolu geçti. Otelde sunulan imkanlar her yönüyle 10 numaraydı. Hizmet ve imkanlar için söylenecek bir şey yok. Maliyet boyutu ise dudak uçuklatır cinsten. Bir arkadaş eşini de getirmek istedi. 3 günlüğüne her şey dahil 525 TL ücret talep etmiş firma. Bu da indirimli fiyatı ve sezon kış sezonu. Ya bir de yaz sezonu olsa, miktar ne kadar olur kim bilir? İki kişilik bir ailenin yol masrafı  ve diğer giderleri hariç sadece otele ödeyeceği  meblağ 1.050,00 TL. Söylenen miktar asgari ücretle çalışan bir işçinin neredeyse bir aylık aldığı maaşına tekabül ediyor. Fakir-fukaranın böylesi yerlerde tatil yapması mümkün değil maalesef. Asgari ücretli, bir ayda kazandığıyla bu tür yerlerde ancak 3 gün tatil yapabilir, eğer 27 gün aç-susuz kalmaya razı olursa tabii.

Ben esas lüks otellerdeki “Tam pansiyon”, “Açık büfe”, “Her şey dahil” kısmına işaret etmek istiyorum.  Eğer gittiğiniz otelde böyle bir seçenek varsa  kaldığınız otelin geceliği de o oranda artıyor. Tam pansiyon, açık büfe dedikleri  seçenekte tabir yerindeyse sadece ‘Kuş sütü’ eksik. Evlerimizde 2-3 kap yemekle öğün savarken, doya doya yerken lüks otellerde ise menüye konan yemeğin haddi  hesabı yoktur. Evlerimizde midelerimiz küçük de buralarda büyüyor mu? Yoksa evlerimizde doymadan mı kalkıyoruz? Aslında evlerimizde karnımızı tıka basa doyuruyoruz. Otellerde ise  her çeşidinden bir tane alınsa midenin istiap haddini doldurur, hatta geçeriz. Midemiz doyuyor sonunda. Ama gözümüz bir türlü doymuyor maalesef. Belki de mideyi daha da doldurmak için zorlarken ‘Ya Rabbi! Ya benim canımı al. Ya da midemi büyüt’ diye içimizden geçiririz.

Haydi Paramız var harcadık. Kime ne? Peki midemize yazık değil mi? Acıkmadan tekrar yemek... hem de tıka basa. Yeriz düşüncesiyle tabağı silme doldurup sonra yiyemeyip masada bırakmak. Yedikten sonra soluğu maden suyu aramada almak…  O kadar yediğimizi hazmetmek kolay mı sanırsınız. Mide, dile gelse bize ne der? Bir insana gücünün üzerinde yük yüklersek çatlar ölür. Ya midemiz ne yapacak? Midemiz bayram yapsın derken midemize eziyet ediyoruz. Hani acıkmadan oturmayacaktık. Doymadan kalkacaktık. Nerede kaldı midenin sağlığı…

Evimde yediğim bir kap yemekten aldığım lezzet ve tat, otelde yediğim sayısız çeşit yemekten daha lezzetli geldi bana. 3 gün yediğim envaiçeşit yemekten sonra evime geldiğimde evin menüsünde pırasa yemeği vardı. Ben yemek seçmem ama eğer bir tercih hakkım varsa pırasayı tercih etmem. Hatta hanıma dedim: Beni pırasa yemeği ile mi karşılıyorsun diye. Şunu samimiyetimle söylemeliyim: Yediğim pırasa bana oteldeki kuş sütünden başka eksiği olmayan diğer yemeklerden daha lezzetli geldi.

Bir de bu işin israf boyutu var. İsrafı nereye koyacağız. Evine ekmek götüremeyen milyonlarımız varken, biraz daha tasarruf yapayım diye fırınlardan bir gün önce kalan bayat ekmeği almak için fırın fırın dolaşan yüz binlerimiz varken bizim israf etmemizin kitapta yeri var mıdır? Soruları çoğaltabiliriz. Hayrettin KARAMAN’ın 04/07/2013 tarihinde www.hayrettinkaraman.net isimli web sayfasında “Açık büfe israfı” yazısını okumayanlarımızın okumasını, okuyanlarımızın tekrar okumasını isterim.

İşin garibi açık büfe, tam pansiyon otelleri seçip de oradaki israfa değinmeyenimiz yoktur. Fakat giden bir daha gidiyor. Gidip gelen öyle bir reklam yapıyor ki; gitmeyen, gitmek istemeyen de soluğu oralarda alıyor: İster gönüllü, ister gönülsüz; gerekirse borçlanarak.

Bu otel fiyatları daha aşağıya çekilebilir. Eğer yemekler tabldot usulü olursa. Hem fiyatlar daha düşük olur. Hem gözümüz hem de midemiz doyar. Hem de midemize yazık etmemiş oluruz. Ne dersiniz? Tercih; gezmek, tozmak isteyenlerin. 15/02/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde