Ana içeriğe atla

Kararlarımız başka parmakları acıtmamalı

İmam Hatip Liselerinde görev yaparken öğrenciler arasında yapılan 'Kur'an-ı Kerim'i yüzünden güzel okuma' yarışmalarında jüri olarak görev verilirdi bana. Görev almamak için kırk dereden su getirirdim. Sonuç, görevlendirildiniz olurdu hep.

Neden görev almak istemezdim? Kendimi ehil görmezdim. Ayrıca sözlü sınavların objektifliğine inanmadım hiç. Bu tür yarışmalarda jürinin takdir hakkı 'la yüs'el'dir. Hikmetinden de sual olunmaz. Bir iki tane uçuk- kaçık puan veren bir kaç üye genelde sonucu belirler. Böyle bir yarışma öncesi bu durumu izah ettim bir meslektaşıma. Bana, " Ben çok doğru puan veririm; gramı gramına. Ben bu işten iyi anlarım" dediğinde sorun bende  o zaman dedim kendi kendime.

Görev verildiği zaman da puanlamada ilk okuyanı baz alırdım. İlk okuyana verdiğim puandan sonra her okuyan yarışmacıyı değerlendirirken ilk verdiğim puanın altında ya da üstünde puan verirdim. Verdiğim puandan ilk önce kendi vicdanımı tatmin etmeye çalışırdım.

Çalıştığım muhitimde  bazı okulların katıldığı bir kompozisyon yarışması yapıldı. Komisyon üyeleri okulların Türkçe öğretmenleri idi. Her üye kendi okulunun birincisine puan vermedi. Kağıtlar okundu, puanlar verildi. Her bir öğretmenin verdiği puanları topladım. İlk 3'e giren belirlendi. Üyelere tutanağı imzalattım. Üyeler gittikten sonra verilen puanlara bir göz attım. Aralarında uçurumlar vardı gerçekten. Birinin 34 verdiği bir kompozisyona diğeri 90 vermişti. Jüri üyelerinin verdiği puanlar 5-10 puan altı ya da üstü olduğunda anormal bir durum ortaya çıkmazdı. Sonra okullarından birinci seçilerek gelen bir yazıya 34 puan vermenin nasıl bir izahı olurdu... Sonuç, sıfırcı hocanın diğer kağıtlara verdiği düşük puana karşın diğer üyelerin sıfırcı hocanın öğrencisine verdiği yüksek puanlar sıfırcı öğretmenin öğrencisini birinciliğe taşıdı. Ne diyelim? Bize hayırlı olsun demek düşer... Ama şunu da söylemek isterim: Hayatta bir türlü öğrenemediğim, bazı hesap kitap işlerinden anlamamak. Okulumda da aynı hesap kitap yapmaktan  anlamayan biri var. Demek ki birbirimize bakarak kararmışız. Bu da bizim beceriksizliğimiz.

Hakimin mahkemede verdiği karara kızarız, hakemin sahada verdiği karara köpürürüz. Adalet ve hakkaniyette insan beğenmeyiz kendimizden başka.

Hiç başkasına kızmayalım öğretmenim. Bütün kızdıklarımız bizim eserimiz... Önce kendimize bakalım; kendi önümüzü, kendi içimizi temizleyelim...13.04.2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde