Ana içeriğe atla

Gelin birlik olalım *

Bildiğiniz gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, Kutlu Doğum haftası etkinlikleri çerçevesinde   2011 yılından beri her yıl belli bir konuya dikkat çekmek için bir tema belirlemektedir.  Bu yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında işlenmek üzere DİB tarafından belirlenen konu: "Tevhit ve Vahdet Gelin Birlik Olalım." Öncelikle her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan böyle bir konuyu seçtikleri için Diyanet camiasını ve fikir babasını tebrik ve teşekkür  ediyorum.

Cümlede geçen kelimelere bakalım: Tevhit, vahdet, birlik... Biz bu kelimelere çok hasret kaldık.. Bizim  bulunmayan yitiğimiz artık. Çölde serap görme gibidir bizdeki birlik arayışı.  Çoğu zaman Allah'ın bir ve tek kabul edilmesi anlamına gelen  tevhidimize şirk, vahdetimize nifak ve fesat bulaşmış, birliğimizin temeline dinamit konmuştur. Hani biz "Bir binanın tuğlaları gibiydik." Yine biz, "Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever."(1) ayetinin muhatabı idik. Yine biz, "Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz."(2) olacaktık. Hatta biz, "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar."(3) şeklinde özellikleri belirtilen kişiler olacaktık. Aramıza kara kediler girdi. Filistin-İsrail gibi olduk. Kıyamete kadar sürecek kan davaları oluşturduk aramızda. Bölünmüşlükleri dolayısıyla bir zamanlar Ortaçağ’ı yaşayan Avrupa bir araya gelme sonucunda bu gün altın çağını yaşıyor. Biz ise altın çağdan Ortaçağ’ı yaşıyoruz asırlardır. Hani Avrupa’yı taklit ediyorduk. Taklidimiz de sahte anlaşılan. Onlardaki bir araya gelmeyi esas alsak biz aramızda vahdeti sağlarız yeniden...

2003 ya da 2004 yılı olsa gerek. "Kur'an ve İnsan" konulu bir konferans vermek için Adana'ya Engin NOYAN gelmişti. İçerik olarak kitabımızdan ne kadar uzak yaşadığımıza değindi. Bir de başından geçen bir anekdotunu anlattı: "Bir Avrupa ülkesine konferansa gitmiştim. Beni hava alanından aldılar. Yolda giderken 'Namaz geçiyor, şu camide namaz kılayım' dedim mihmandarıma. 'O cami falanların' dedi. Az sonra 'İşte bir cami daha burada kılalım' dedim. 'Orası da şunların' dedi. Yol üzerinde ne kadar cami göstermişsem hepsine  -ci, -cu eklenerek bir grubun ismi söylendi. En sonunda, 'Yahu Müslümanlara ait bir cami yok mu' dedim" şeklinde durumumuzu açıklamıştı.

29/03/2016 akşamı ÖĞ-DER tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak davet edilen İngiltere Eski Başbakanı Tony Blair'in -5 yıl önce Müslüman olmuş- baldızı, gazeteci-yazar Lauren BOOTH'a, "İslam dünyasının en büyük sorunu sizce nedir" diye bir soru soruldu. "Müslümanların birlik sorunu vardır. Bölünmüş toprak parçaları gibi insanlar bölük pörçük" dedi. İçimize yeni gelmiş biri olarak bizdeki hastalığın teşhisini koymuştu. Gerçekten ülkemize bir bakalım. Kim nerede bir grup kurmuşsa (yine istisnalar kaideyi bozmaz diyelim) binadan kopmaya hazır bir tuğla gibi oluyor bir müddet sonra. Arkasındaki tebaasını gören başka beklentiler içerisine giriyor. Irak ve Suriye'deki teröre bulaşmış örgütleri gözümüzün önüne bir getirelim. Durumun ne kadar fecaat arz ettiğinin farkına varırız. Adem ŞELEŞ bir konuşmasında: "Suriye'de kimse düşmanını öldürmüyor, hep birbirlerini öldürüyor" demişti.

Hani O, bizi: "Müslümanlar olarak isimlendirmişti. En güzel isim bize verilmişken başka isimlerle tavsif etmemiz ve edilmemiz de neyin nesi? Samimiyetle kurulan her hareket belirli bir güce ulaşınca maalesef değişiyor ya da değiştiriyorlar. Zafer sarhoşluğu mu yoksa? Hani hep beraber "O'nun ipine sarılacaktık." Maalesef hep beraber ters yola girmiş; gelen bize vuruyor, geçen vuruyor. Halimiz içler acısı.

Asırlardır hasretini çektiğimiz birlik ve beraberliğimizi yeniden tesis edelim. Yine adalette, doğrulukta, güvenilirlikte öncü olalım. Her birimiz yekdiğerini kendi meşrebine değil; Allah'ın "Kopmayan sağlam kulpuna" çağırsın. 

Sözümüzü Diyanet'in tema olarak seçtiği slogan ile bitirelim: "Tevhit ve vahdet gelin birlik olalım."
(1) Saff 4,(2) Hucurat 9-10, (3) Buhari,

* 16/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde