Ana içeriğe atla

Dirisi ve Ölüsü

Efendisini çok seven bir ayı, onun etrafından hiç ayrılmaz. Onu esen rüzgardan bile kıskanmaktadır. Sevgisi  o kadar aşırı ki aşkı, gözünün önünü göremeyecek şekilde kör etmişti.

Onun sevgisi efendisinin de hoşuna gidiyordu.

Yine bir gün  efendisi, dinlenmek için ağacın altında istirahat etmeye çekilmişken onu rahatsız eden karasineği, ayı eliyle kovalar. Sinek bu. Kovaladıkça tekrar tekrar gelir.

Sonunda sinek, gözü gibi koruduğu efendisinin alnına konar.

Ayı, efendisini bir daha rahatsız etmesin diye eline koca bir kaya parçasını alır, sineği öldürmek için efendisinin alnındaki sineği hedefler ve taşı atar. Sonuç mu? Tam isabet, sinek ölür. Tabii efendisi de..."

Burada ayının efendisini ne çok sevdiği, bu konuda çok samimi olduğu, efendisinin çok çalıştığını kimse inkar edemez. Bir yerde samimiyet varsa, başka bir şey düşünülemez. Sonunda ölüm hatta katliam bile olsa. Hele ayıya  suçlu diye kızamaz. Çünkü sevgi bu. Sevgisi gözünü kör etmiş, aklını tam kullanamamışsa, attığı taşın efendisini öldüreceğini nasıl düşünsün. Onu uçan kuştan korumalıdır. Tüm yaptığı da budur zaten.

Olan olmuştur artık. Bu uğurda ölüm de haktır.

Bu aşamadan sonra yapılması gereken; ölenle ölünmez, kalan sağlar bizimdir denmelidir. Ölüye teçhiz, tekfin işlemlerine dair defin ve cenaze en güzel şekilde son görev olarak yapılmalıdır. Ayrıca helallik alınmalı ve ardından Fatiha okunmalıdır. Özellikle helallik önemli.

Bu durumda yapılması gereken, “Efendim, ne hakkımız var da helal edelim. Varlığımız varlığına helal olsun. Esas biz senden helallik istiyoruz. Çünkü bizim için çok şey yaptın. Senin olman bizim için bir nimettir. Varsa hakkımız helal olsun. Uğruna canımız feda” denmelidir.

Ayı da özür dilerse samimiyetine binaen affedilmeli. Helallik dilerse haklar helal edilmeli. Böyle akıllı ve tecrübeli ayılara iyi bakılmalı ki onu başka efendilerin hizmetinde de değerlendirmeli.

Bu arada ölüm hak olduğuna göre bir güzel de salası verilmelidir. Gecikmeye mahal vermemek için kişiler ölmeden önce de salası verilmelidir. Verilmeli ki hakkında nasıl sala verildiğini bilsin. Yani ölmeden önce ölsün.

Öldükten sonra da geriye kalanların ölüm ödülü olarak birer ev verilsin ve başlarına talih kuşu konsun. Onlar o evde huzur ve mutlu bir şekilde yaşarken dirisi bir işe yaramadı, kimse yüzüne bakıp adam yerine koymadı ama ölüsü işimize yaradı. Bizi kurtardı. Koyup giden nur içinde yatsın diye dua etsin. Ara sıra Fatiha göndermeyi de ihmal etmesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde