Ana içeriğe atla

Her Doğru Bir Şekilde Söylenmeli

Eski zamanlarda bir kralın  çok sevdiği bir atı varmış. O atı o kadar çok severmiş ki sadece o atın bakımı için özel adamlar görevlendirmiş.

Vezirine de “Bu atıma hiçbir şey olmayacak. O kadar iyi bakacaksınız ki asla ölmeyecek. Şaşar yanılır da biriniz bana öldüğünü söylerse bilsin ki onun da kellesi gider.” demiş.

Başta vezir olmak üzere herkes atın sağlığıyla  yakından ilgilenir olmuş.

Aradan yıllar geçmiş. Her canlı gibi at da hastalanmış. Ne yaptılarsa hayvanı iyileştirememişler ve hayvan ölmüş.

Vezir durumu krala nasıl bildireceğini düşünmeye başlamış. Krala atınız öldü dese, vezir  kellesinin gideceğini biliyor. Söylemese kral atım nerde derse ne yapacak. Vezir düşünmüş, taşınmış, sormuş, soruşturmuş. Sonunda atının öldüğünü krala haber vermeye karar vermiş.

Kralın huzuruna çıkmış. Kralla aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

Kralım sizin atınız var ya

-Eee var.

Sizin atınız ahırda yere yattı.

Tabi ki ahırda yatacak. Bunda ne var?

At ayaklarını uzattı ama toplamıyor.

-Canı istediğinde toplar vezir.

Gözlerini kapattı ama açmıyor.

Olsun belki uykudadır. Uyanınca açar.

Hiç  nefes de almıyor.

-Desene vezir, bizim at ölmüş.

-Haşa kralım! Ben öyle bir şey demedim. Siz dediniz.

Der ve kralın gazabından kurtulmuş olur.

Bildiğiniz bir hikayeyi anlattım. Kıssadan hisse çıkarmak istersek, etkili ve yetkili makam sahiplerinin hoşuna gitmeyen bir haberi vermek için onun gazabından korkarız endişesiyle olumsuzlukları gizlemenin alemi yok. Bunu bir şekilde bu makam sahiplerine duyurmak gerek. Güzel bir üslup birçok şeyi çözer. Nitekim vezir ilmi siyaseti bilen biri imiş. Kendi usulünce gazaba uğramadan çözmüş.

Burada “Her doğru her yerde söylenmez” sözüne gelmek istiyorum.  Bu söz de geçen gün bana söylendi bir yerde. “Yazdığın doğru. Ama bu yazılamaz. Bunun için bedel gerek. Bu bedele de herkes gelemez. Ama her doğru her yerde söylenmez” dedi. İyi de kim söyleyecek dedim. Kimse dedi.

Tamam, her doğru her yerde söylenmesin. Adamın anası, babası ölmüştür. Zamanlama ve ortam gözetilmeli. Kişinin bir yanlışı olur. Bu yanlış ulu orta düzeltilmez ve doğru budur denmez. Kimsenin olmadığı bir ortamda bu yanlış söylenmeli.

Yine bir kimse, geçmişte bir yanlışa imza atmış, suç işlemiş. Bu suçundan dolayı pişmanlık duymuş ve hatırlatılmasından da mahcubiyet duyuyor. Bu kimsenin suçunu da ifşa etmenin bir gereği yok.

Ama kişinin suçları katlanmış, yaptığı yanlışlar başkalarına da zarar veriyor, sürekli U dönüşü yapıyor, dünkü ayıpladıklarına bugün imzasını atıyor. Tüm bunlar sağır sultan tarafından da duyulmuş. Kısaca herkesin bildiği, umuma mal olmuş şeyleri gizlemenin bir anlamı yok. Böylelerine sessiz kalındıkça her yaptığını doğru biliyor. Buna da mı bir şey söylenmeyecek ve etrafta dillendirilmeyecek? Burada suç ortağı olmamak için her doğru her yerde söylenmez sözünü askıya alıp gerçeği haykırmak gerek. Haydi haykırma da olmasın. Vezirin izlediği yol ve yöntem gibi bir yol izlenerek bu doğrular bir şekilde söylenmelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde