Ana içeriğe atla

Bu İnat Niye?

Her kurban bayramında kurban kesme esnasında yaralananlar haber değeri taşımıyor artık. Çünkü her bayramda o kadar çok kişi yararlanıp soluğu hastanelerin acillerinde alıyor ki bu tür yaralanmalar vakayiadiyeden oldu artık. 

Bu bayramın ilk gününde yaralanıp sağlık kuruluşlarına müracaat edip tedavi olanların sayısını Sağlık Bakanı yaklaşık 16.000 olarak açıkladı. Bu sayının dışında, öyle zannediyorum, yaralandığı halde hastaneye gitmeyip elini, kolunu sarmak suretiyle kendi kendine tedavi olan kaç on altı bin vardır.

Bayramlarda kurbanlıkların kaçması, kurban kovalamaca da olağan haberlerden.

Bu haber de Konya'dan. Videoya çekmişler. Bir büyükbaş evin çatısına çıkmış. Çatıdan dama derken, damdan yere atladı hayvan. Ayağa kalkması zor derken, baktım kalktığı gibi yine koşmaya devam etti kurbanlık. Videoya alınmayan daha nice kaçan kurbanlıklar vardır. 

Yine piyasa resmi kasapların dışında amatör kasaplarla dolu. 

Daha bir de hacca kasap olarak giden görevli kasaplarımız var. Bunlar da amatör kasaplara dahil değil. Bunlar da bencileyin daha hayvanı yatırıp eline bıçağı almamış kişiler. 

Yetkililer o kadar uygun yerlerde, ehil insanlara kestirin kurbanınızı demesine ve yaralanan o kadar kişiye rağmen yine kendimiz kesmeye devam ediyoruz. Sanki kurbanlık hayvan yerine kendimizi kurban ediyoruz. 

Kurbanda hem yaralanma hem hayvanı kaçırma riskine rağmen niye ehil yerlere değil de kendimiz kesmeye kalkıyoruz?

Bu bir cahil cesareti mi? Her şeyden anladığımız gibi kasaplık da bizim için çocuk oyuncağı mı? Öyle ya toplum olarak anlamadığımız yok. Bize göre en zor iş kendi yaptığımız iş. Bunu da bizden başka kimse yapamaz.

Hepimiz kurbanımızı bayramın ilk günü kesmek istememizin bir aceleciliği olabilir mi? Çünkü hiçbirimiz ikinci, üçüncü güne kalsın istemiyoruz. İlk günü kurban kesim yerleri çok kalabalık. Sıra var. Kimse o kadar sırayı kim bekleyecek, kendimiz hallederiz diyoruz. Kendimiz kasap aramaya kalksak zaten kasap bulamayız. Çünkü tüm kasaplar kesim yerlerinde yevmiyeli çalışıyor. Zaten kasap bulsak bile kasap kesim bedelini de gözümüzde büyütüyoruz. O zaman iş başa düşüyor. Hele içimizde az buçuk ben anlarım diyen olursa kalkıyoruz kendimiz kesmeye.

Kendi kesip evimize kadar getiren firmalara zaten pek sıcak bakmıyoruz. Çünkü kasaptan et almaya benzetiyoruz bunu.

Hasılı aceleciliğimizin, inadımızın ve cahil cesaretimizin tipik bir örneği bizim kendi kendimize kurban kesmeye kalkmamız.

Kendi kendimize kurban kesmeye kalktığımız yerlerin çoğu da kurban kesmeye çok müsait olmuyor.

Sonuç olarak bayramın ilk günü azımsanmayacak bir sayı soluğu hastanede alarak bayramı kendine ve ailesine zehir ediyor.

Ne yapıp ne edip profesyonel kurban kesim yerleri dışında ister büyükbaş ister küçükbaş kurban kesimine son vermemizde fayda olduğunu düşünüyorum. Hele kasaplık belgesi olmayanların kesimine izin vermemek gerekir diyorum. Kurban kesecek herkes, resmi izinli kurban kesim yerlerine kestirmeli. Kesim, parçalama, bölme ve dağıtım buralarda yapılmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde