Ana içeriğe atla

Velime

Evlilik ve düğün hazırlıkları tatlı telaş olarak isimlendirilir bizde. İçerisinde mutluluk ve heyecanı, stres ve telaşeyi, meşakkat ve maliyeti barındırır. Evlenenle, ev yapana Allah yardım eder misali bu hayırlı işe kalkıldı mı arkası geliyor. Karşılıklı anlayış çerçevesinde mutlu sonla bitiyor evliliğe atılan ilk adım. Çocuklar mutlu olursa aileler de mutlu olur. Geçim olmazsa taraflar yatsın-kalksın, ağlasın-dursun.

Evlilik ve düğün başlı başına bir maliyettir. Borçla da olsa altından kalkılır. İş düğün aşamasına geldi mi sırada davetiye listesi hazırlama vardır. Düğün aşamasında yapılan hesap-kitap liste hazırlamada da yapılır. Çünkü düğün demek, yemek demektir aynı zamanda. Çünkü çocuklar gençliğe adım atar atmaz eş-dost 'Pilavını ne zaman yiyeceğiz' diyerek şaka yollu dokundurur. Gelen davetiyede ilk önce yemek var mı, yok mu diye göz atılır. Bulunduğun şehirde herkese ve tüm tanıdıklara yemek verilemeyeceğinden tutulan salonun kapasitesi, yemeğin maliyeti gözönünde bulundurularak eş-dost ve ahbap arasında bir eleme yapılır ve davetiye dağıtımına başlanır. Her davetiye verdiğin 'Hayırlı olsun, inşallah geliriz' der. Dağıtılan davetiyeye göre her kart üç ile çarpılarak üç aşağı, beş yukarı gelecek misafir sayısı da belli olur. Düğün konvoyuyla birlikte misafirler gelmeye başlar. Bir taraftan gelen misafirleri karşılayıp hayırlı olsun tebriklerini kabul ederken diğer taraftan inşallah yemeğimiz güzel olur ve yemeğimiz yeter denir. Düğün kazasız-belasız bittikten sonra verdiğin karttan fazla yemek vermiş olmana rağmen gözünün önüne davetiye verdiğin ve geleceğim diyen tanıdıkların gelir. Nedense fire var. Gelemeyeceğim de dememiştir. Mazeret beyan eden kişinin sayısı bir elin parmağını geçmez. Beklersin düğünden sonra arar mı diye. Bu şekilde arayanın sayısı da bir yekûn tutmaz. Bu sevinçli anında üzülüp gönül koyarsın. Çünkü insan beklediğine gönül koyar. Beklediğin kişiler gelmediğinde düğün orta yerde kalmıyor. Sayıp severek gelen eş ve dostla birlikte düğün yapılıyor ve sünnet olan velime yemeğini ikram etmiş oluyorsun. 

Düğüne davet edilen kişiler gelemeyeceklerini söyleseler en azından diğer dostlarından birini daha davet etmiş olursun.  Düğünde velime vermek sünnetse, davete de icabet etmek sünnettir. Nedense bu duyarlılık çoğumuzda oluşmamış görünüyor.

Düğün demek büyük bir organizasyon demektir. Hele yemek vermek başlı başına bir külfettir. Düğünde herhangi bir aksaklığa meydan verilmemesi için davetiye verilen kişinin katılıp katılamayacağını bildirmesi, kaç kişi ile katılacağını beyan etmesi daha iyi olur diye düşünüyorum. Hiç olmazsa düğün sahibi de yemek işlerini, davetli listesini yeniden gözden geçirerek güncelleme yapar. Böylece herhangi bir aksamaya mahal verilmemiş olur. Çünkü haber verilmediği zaman yemeğin elde kalması veya yetmemesi söz konusu olabiliyor.

Bakarsın bu duyarlılık bir gün yerleşmiş olur. 26.10.3017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde