Ana içeriğe atla

Sünnet-Hadis Meselesi *

Ne zamandır ateşi düşmeyen bir gündemimiz var: Sünnet-hadis konusu. Yazılı-görsel medyada ve sosyal medyada epey bir yer işgal ediyor. Merak ediyorum, sünnet-hadis tartışması da olmasa bu mütedeyyin insanlar ne yapacaklardı? İşin garibi bu tartışmanın galibi de olmayacak. Çünkü tarafların birbirini dinleme, sonlandırma ve hakikati öğrenme gibi bir niyetlerinin olmadığı da görünüyor. Üstelik bu tartışmanın İslam'a ve Müslümanlara zarar vermesinden öte bir faydası da yoktur. Çünkü nafile ve beyhude bir çabadır bu gündem. Kıyamet saatine kadar da devam eder. İşin garibi konu hadis mi, sünnet mi o da belli değil. Zira çoğu zaman bu iki terim birbirine karıştırılıyor.

Sünnet-hadis konusunun en kısa zamanda gündemden düşmesi gerekiyor. Bu tartışma gündemde kaldıkça yaramız iyileşmediği gibi derinleşecektir iyice. Çünkü kimse kimseyi ikna edemiyor, suçlamanın ötesine gidilmiyor. Bir kesim diğerini 'Sünnet ve hadisi kabul etmiyor' diye itham ederken diğer kesim 'Sünnet ve hadis adı altında gelen her türlü haberi savunuyor' diye eleştiri getiriyor. Bir taraf kendini savunmak için sünnetle ilgili ayet ve hadisten delil gösterirken diğer taraf, hadis külliyatından seçtiği hadisi öne sürerek 'Bu hadis peygambere iftiradır, peygamber böyle demez' şeklinde savunma geliştirmektedir.

Bildiğim kadarıyla Edip Yüksel gibi birkaç kişinin dışında hadis ve sünneti inkar eden yoktur. Bugün tartışmanın odağında olan hadislerdir. Geçmişte senet yönünden cerh ve tadile tabi tutulan hadisler metin yönünden iyice irdelenmemiştir. Taraflar tamamen ret ve tamamen kabul toptancılığını bir tarafa bıraksa, savunma ve saldırı anlayışından vazgeçse, birbirlerini ön yargısız dinlese orta yerde sünnet ve hadis tartışmasının olacağını sanmıyorum.

Hadis ve sünnet tartışmalarının kime, ne faydası var? Bizi daha Müslüman mı yapıyor,  ya da yeni Müslüman mı kazandırıyor? İslam'a mesafeli olanlar bu tartışmaya bıyık altından gülerken mevcut Müslümanların bir kısmının kaynaklarımıza bakışında bir mesafe ve soğuma göze çarpmaktadır. Kimsenin böyle bir ortamın oluşmasına hakkı yoktur.

Ne yapılmalı bu konuda? DİB başkanlığında işinin ehli ve uzmanı olan kişilerden sünnet-hadis konusunu irdeleyecek, sorulara cevap verecek ... bir komisyon kurulmalı. Önce sünnet ve hadisin ayrı ayrı tanımları yapılmalıdır. Hadis külliyatındaki hadisler tek tek incelenerek hangisinin hadis, hangisinin sünnet olduğu tasnifi yapılmalıdır. Kütübü Sitte ve Kütübü Tis'a'da geçen senedi sağlam hadisler metin yönünden incelemeye alınmalıdır. Hadisleri incelemeden önce hadis inceleme kriterleri ortaya konmalıdır. Tüm hadis kitaplarından alınan hadislere yeni numara verilerek hadisler kitap haline getirilmeli, aynı zamanda dijital ortama aktarılmalıdır. Hadisleri inceleme ve tartışma kamuoyuna kapalı bir ortamda yapılmalıdır. Uzmanları dışında başkasının bu konuda söz söylemesine prim verilmemelidir. Bu konuda basın yoluyla konuşanların ne söylediğine bakmaksızın  uyarılmalıdır. 26.10.2017

* 06/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde