Ana içeriğe atla

Belediyeler Yağma Hasan'ın Böreği mi? *

Hafta sonu tatilinde ajanslara bir göz attım. En borçlu belediyelerin isimlerini ve ne kadar borçlu oldukları haberleri verildi. Borçlu belediyelerin başında terör örgütüyle özdeşlemiş belediyeler başı çekiyor. İşin garibi büyük bir kısmı da büyükşehir statüsünde olan ilçe belediyeleri.

Devletin belini büken, devleti borç batağına sürükleyen kurumların başında maalesef belediyelerimiz geliyor. Nasıl beceriyorlar bilmiyorum. Görüntü 'Yağma Hasan'ın Böreği'ni andırıyor. Bu kurumlar özel sektöre ait bir firma olsa çoktan iflas bayrağını çekerlerdi. Ne edersin ki kamu kuruluşu bunlar. Bütçe nedir, nasıl yönetilir, nasıl tasarruf edilir hesabı yapılmıyor anlaşılan buralarda. Görünen o ki hesap soran bir merci de yok. Kimseye neyi, nereye, niçin harcadın hesabı sorulmadığına göre harcanmış da harcanmış. Orta yerde bir eser varsa helâli hoş olsun borçlar. Birçok belediye enine-boyuna incelense yüzünün akıyla sınıfı geçen kaç belediye çıkar? Öyle zannediyorum hepsi sınıfta kalır; ister iktidara ait bir belediye olsun, ister muhalefete ait. Merak ediyorum bu belediye başkanlarına yönetsin diye aile şirketi verilse böyle harcamayla şirket en kısa zamanda iflas bayrağını çeker. Zaten aile büyükleri kendi şirketlerinden uzak tutuyor anlaşılan bu başkanların çoğunu. Babaları, 'Oğlum sen şirketten uzak dur, git devleti batır' demiş olmalı.

Belediye başkanlarının çoğu belki de hayatında üç-beş koyunu gütmemiştir, orta ölçekli bir bütçe yönetmemiştir. Çoğu dişinden, tırnağından artırarak bir gelir elde etmemiştir. Partilerine yaslanarak başkan seçilen bu tipler devasa bütçeyi görünce mirasyedi evlat gibi davranıyor, har vurup harman savuruyor; vur patlasın, çal oynasın misali. Nasılsa ne doğru dürüst hesap soran var, ne de arkasını arayan.

Belediyelerin çoğu siyasi partilerin arpalığı mesabesindedir. Bu yüzden siyasi partiler mahalli idarelere çok büyük önem atfeder, kazanmak için ölümüne mücadele ederler. Başkan seçilen partisinin menfaatlerini gözettikçe en gözde, bir numaralı belediye başkanı olur.

Başkan ve belediye encümenlerinin ipi, kazan kazan ilişkisi üzerine kuruludur. Birbirlerini besledikleri müddetçe hiç sorun olmaz. Denetlemeye gelenler ise dostlar alışverişte görsün türünden denetler. Gördüğünüz gibi birbiriyle menfaat ilişkisi içerisinde olanlar hallerinden memnundur. Belediyelerdeki olumsuz durumu haber yapması gereken yerel basın görmez ve duymaza oynar. Zira belediyeler reklam ve ilanlarıyla da onları besleyip ayakta tutar. Halk belediye başkanından memnunmuş değilmiş, belediye borç takmış kimsenin umurunda değil.

5 yıl boyunca kimse hesap sormaz onlara. Yeniden kazanırsa saadet zinciri kaldığı yerden devam eder. Belediye el değiştirirse yerine gelen 'Borç devraldım' diyerek işe başlar. O da bir müddet sonra bu işin yolunu, yordamını öğrenir. Hızlı bir şekilde borçlanma yoluna gider. İşin aslı, suyun başını tutanlara hiçbir şey olmuyor. Zira borç devletin borcudur. Minareyi çalan kılıfını da uydurmuştur zaten. Olan vergisiyle bu borçları ödenek zorunda kalan halka oluyor.

Belediyeler temizliğin ve şeffafın yeri olmazlarsa ve tedbir alınmazsa sırtımızda kambur olmaya devam eder. Bu gidiş bize daha fazla vergi olarak döner. Zira bu giden paralar milletin parasıdır. Bu işler borçlu belediyeleri televizyonlarda ifşa etmekle olmaz. Devletin görevi bu işin üzerine gitmesidir, kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır.

Belediyelerin borçlanması böyle gelmiş, böyle gider diye düşünülmemeli. Mutlaka bir neşter vurulmalı, bütçe disiplini getirilmeli, belediye başkanı ve meclis üyeleri mercek altına alınmalı. Dürüst belediyecilik  yapacağım diye yönetime gelen dürüst kişiler belediye rantı içinde boğulmamalı. İşin içinde olanlar bu belediye bütçesini yetim malı olarak görmeli, deniz misali görmemeli. Devlet, denetim görevini ciddi yapmalı. Başkan ve üyeler savurganlıkta, harcamada kılı kırk yarmalı. Başına buyruk hareket etmemeli. Bütçe disiplinine riayet etmeyen başkan ve üyeler cezalandırılmalıdır. 15.10.2017

* 18/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde