Ana içeriğe atla

Bereketiyle Geldiler Hep

Sosyal güvencesi olmayan yedi çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak tek odalı bir evde dünyaya geldim. İlkokula geç başlamışım. İlkokulu bitirdikten sonra üç yıl hafızlık eğitimi aldım. Ardından gurbet yolculuğu başladı benim için. İHO’ya kayıt oldum Konya’da. Tek odalı evden, çok odalı ve çok katlı yurtlar meskenim oldu.

Harçlığımı kazanmak ve aile bütçesine katkıda bulunmak üzere orta birin yaz tatilinde inşaatlarda çalışmaya başladım. Her yaz bazıları için bir tatil ifade ederken benim için bir ayını hıfzımı sağlama, diğer geri kalanı ise inşaatlarda çalışmak idi. İlk maaşımı Lise 3 ve 4.sınıf yaz döneminde Uluırmak Nuraniye Kuran Kursunda belletmenlik ve yaz dönemi gelen çocukları okutarak aldım. Aylığım 20 lira idi. İki ay çalışarak  40 lira kazanmıştım.

Lise son sınıfta iken ileride “girmedim” demeyeyim diye girmiş olmak için üniversite sınavına müracaat ettim. Zira yükseğini okuma gibi bir niyetim yoktu. Bir an evvel imamlık alıp muhtaç durumdaki aileme yardımcı olmaktı. Çünkü ne okuyacak param vardı, ne de imkanım. Üstelik çoğu kimse dershaneye giderken ben dershaneye de gitmemiştim.

İki aşamalı olarak girdiğim ÖSS ve ÖSYS sınavları sonucunda Erciyes İlahiyatı kazandım. Babam, “Aman imam olma, oku oğlum!” dedi. Bu, hiç beklemediğim bir tavırdı. En azından gidip bir deneyeyim diyerek Kayseri İlahiyat’a kayıt yaptırıp okula başladım. Yaz döneminde inşaatta çalışarak elde ettiğim para suyunu çekinceye kadar okudum. Önce Kayseri amele pazarına, oradan bir iş çıkmayınca Talas ilçesinde bulduğum inşaatlarda çalışmaya başladım. Hafta içi veya hafta sonu fark etmiyordu benim için. Zaten vasıfsız bir eleman olarak yapacağım başka da bir iş yoktu.

Hazırlık ve 1.sınıfı okuduktan sonra Selçuk İlahiyat’a yatay geçiş yaptım. Bu arada babam, “Oğlum zamanın geçiyor, seni evlendirelim, yaşın 26 oldu” dedi. (Çoğu kimse 22 yaşında göreve başlıyorken nedense ben 26 yaşında hala öğrenci idim.) Olmaz, evi nasıl beslerim, zira ben öğrenciyim” dedimse de cahil cesareti diyelim fakülte ikide iken evlendim. Fakülte bitinceye kadar yine her yaz döneminde inşaatlarda çalışmaya devam ettim. 89 yılında 3.sınıfı okurken biri, 91 yılında okulu bitirme finallerinde ise ikizlerim dünyaya geldi.

Hasılı 3 çocukla mezun oldum fakülteden. İlk çocuğun ardından gelen ikizleri gören, "Bunlara nasıl bakacaksın, karınlarını nasıl doyuracaksın, nasıl okutacaksın, nasıl evereceksin" dedi. Acıyarak baktı çoğu kimse bana. Rızkı verenin Allah olduğuna inandığım ve hiç rızık endişesi taşımadığım halde yeni gittiğim yerlerde çocuk sayımı söylemekten kaçındım çoğu zaman, söylerken de utana-sıkıla ifade ettim. Güneydoğu'da tanıştığım insanlar üç çocuğu az görürken bizim Batı tarafı ise hep fazla gördü, bu kadar çocuk olur mu diye. (Erdoğan’ın en az üç çocuk döneminden çok önceydi benimkisi.)

91 yılında 4 ay kadar vekil öğretmenlik yaptıktan sonra Gaziantep’de ilk görevime başladım. 7 yıl kadar da Adıyaman’da çalıştıktan sonra tayinimin çıktığı Adana’da herkesin bu kadar çocuk fazla dediği bir ortamda 4.çocuğum dünyaya geldi. Allah bağışlasın dört tane çocuğum var. Çocuk diyorum biri 28, ikisi 26, küçükleri ise 15 yaşında. İlk üç çocuğun boyu aynı boydaydı. Gören çoğu kimse bunlar ikiz, yok üçüz tartışması yapardı biz yanlarından geçerken.

İlk üçü iş-güç sahibi oldu, işini-aşını buldu. İlkini 2014 yılında evlendirip 2015 yılında dede oldum. Dedelik bana yabancı değildi. Zira en son doğan çocuğumu torun gibi sevdim, alışkındım buna. Şimdi sırada ikizlerin evliliği vardı. Biri 21 Ekim 2017’de, diğeri 03 Aralık’ta dünya evine girdi. Uçup kendi yuvalarına gittiler. Geriye ikiz ağabeylerinden 12 yıl sonra dünyaya gelen benim Hoşçocuk dediğim en küçüğüm kaldı.

Hikaye anlatmıyorum, hayatımı anlatıyorum. Nereden nereye? Rabbü’l alemine sonsuz şükürlerim olsun! Nasıl şükretmeyeyim? Çoğu kimsenin “nasıl okutacaksın, nasıl büyüteceksin, nasıl evlendireceksin” diyerek saldıkları korku ve vehmin hiçbiri olmadı. Çünkü ne büyürken, ne okurken ne de evlenirken hiç yükleri olmadı bana. Sosyal güvencesi olmayan bir babanın üçüncü evladı olarak az veya çok maaşım vardı. Maaşımı hiç az görmedim. Durumumu benden iyi bilen çocuklarım benden uçuk-kaçık talep ve isteklerde de bulunmadı. Hiç para sıkıntısı da çekmedim. Ayağımı yorganıma göre uzattım. İhtiyaçlarımı elimdeki imkanlarla sınırlandırdım. Olanla yetindim. Okumak isteyen çocuklarımın önünü açtım. Azla yetinmeyi, kendi ayakları üzerinde durmayı öğretmeye çalıştım onlara. Şükür ki becerdiler. Her zaman göğsümü kabarttılar. Yüzümü kara çıkartmadılar. Cenab-ı Hakk’a hep şükrettim.

Elbise aldım büyüğünden. Çünkü önümüzdeki yıl da giysinler dedim. Harçlıklarını en az seviyede tuttum, çoğu zaman beslenmelerini evden götürdüler. Hazır bez yüzü görmediler, Amerikan bezi onların yatağıydı. Bisiklet aldım üçü bindi, çocuk arabası aldım ikisi bir oturdu, yatak aldım aynı yatağı iki kişi paylaştı. Yetmeyen anne sütüne karşılık mama ilavesi yerine pirinç unu onların en büyük katığıydı. Her şeylerini paylaştılar birbirleriyle. En son doğan hazır bezi, mamayı, tek bisiklete sahip olma avantajına sahip oldu.

Hiç kızım olmadı ama Allah bana 3 Aralık itibariyle üç gelin nasip etti. Şimdilik dört oğul, üç gelin ve bir torun olmak üzere büyük bir aile oldum. Allah’ıma sonsuz şükürler olsun! İlk üç çocuğum okurken bana külfet olmadıkları gibi evlenirken de masraf olmadılar. Kendi düğünlerine varıncaya kadar ev-bark sahibi oldular. Ben de düğünlerine başka misafirler gibi eşlik ettim. Kiminin iyi niyetli, kiminin de felaket tellalı olarak “Nasıl bakacaksın, nasıl evlendireceksin, nasıl okutacaksın” olumsuz senaryolarının hiçbiri gerçekleşmedi. Hepsi bereketiyle geldi. Bereket bırakarak hanemden kendi hanelerine uçup gittiler. (İlk üç çocuğumu Kahta’da sünnet ettirmek için bir sünnet memurunun yanına vardım. Sünneti 2500 liraya yapıyorum dedi. Toptan olursa kaç olur dedim. Nasıl dedi. Üç çocuk dedim. O zaman 2’er binden yaparım dedi. Sünnetlerinde bile bereket vardı anlayacağınız.)

Evet, ilk üç evladım böyle. Sonuncu nasıl olur bilmem. Bana felaket senaryosu çizenler gibi düşünmüyorum ama bu uzun hikayeme biraz espri katayım isterseniz. Ocağıma incir ağacı dikerse evde kalan diker  sanki. Ne de olsa torun gibi büyüttük onu. Torunlar biraz nazlı olur.

Ben çocuklarımdan razıyım. İnşallah Rabbim de onlardan razı olur. Sıcak bir yuvaları olur. Rabbim onlara geçim, dirlik ve huzur verir. Allah kimseyi altından kalkamayacağı bir imtihanla imtihan etmesin. Hepimizin evladına iş, aş, sıcak yuva ve huzur nasip etsin.

Güle güle evlatlar! Yolunuz açık olsun, yüzünüz gülsün, dünya sınavınız kolay olduğu gibi ahiret sınavınız da kolay olsun. Ben sizinle nasıl gurur duymuşsam umarım sizler de çocuklarınızla gurur duyar ve mutlu olursunuz. Allah işinizde düzgün ve en iyisi olmanızı, aşınıza haram karıştırmamayı nasip etsin. Bravo size! Unutmayın ki varlığınız hep bereketti benim için. Ben sizlere iyi bir imkan sunamadım. Buna rağmen siz ayaklarınız üzere durmayı becerdiniz. Şımarmadınız. İyi bir insan, iyi bir kul oldunuz. Dilerim ki Mevlam’dan hep iyilerle karşılaşırsınız. Eşlerinizle muhteşem ikili olursunuz. Huzurlu bir ailenin temelini atarsınız. Sizler de çocuklarınızla gülersiniz, hanenize bereket getirirler inşallah. Allah hepinizin yolunu açık etsin! 03/12/2017


Yorumlar

  1. Rabbim Allah rahmeti, bereketi ve ihsanı ile verdiği gibi rızkını da verir hocam , ilk çocukları ikiz olan ve kendimiz anamız babamızdan büyüttüm , RABBİM sizinde bizimde çocuklarımızı ihlâstan , kendisine kulluktan bir an uzak tutmasın Selam ve dualarla düğününüz hayırlar getirsin

    YanıtlaSil
  2. As Allah razı olsun Sever Hocam, yürekten amin diyorum. Rızkı veren Allah olduğuna yürekten inanırsak Rabbim yolda ve darda bırakmıyor kimseyi. Yeter ki buna inanıp sebebini işleyelim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde