Ana içeriğe atla

Bu Düğünü Görmediyseniz Çok Şey Kaçırdınız

Yan tarafta gördüğünüz bir düğünde ikram edilen menü. Dokunulmamış hali. Konyalıların deyimiyle çerez. Küçücük kase tam doldurulmamış, on kişinin oturduğu masaya iki tabak bırakıldı biz oturduktan nice sonra. İçinde nohut, leblebi, fıstık var. Kelle başı düşmeyecek şekilde Antep fıstığı var birkaç tane. İkram bu kadar değil, çerezi tıka basa yedikten sonra mide hazmetsin diye yine adam sayısınca olmayacak şekilde birer kişinin içeceği tadımlık sular kondu masalara.

Az sonra gelin ve damat sahnedeki yerini aldı. Canlı müzik kulaklarımızın pasını sildi. Yüksek sesli müzik ve yöresel sanatçının sahne aldığı ortam yanımızdaki dostlarla muhabbeti  engellese de sonunda müzik müziktir, sanatçı da sanatını icra edecektir. Çekecek çilemiz varmış çekeceğiz artık. Kulakları tırmalayan müzik can sıkıntısından elimizi çerez kabına götürdü. Tabii içinde çerez bulabilirsen. Şükür ki dişimizi kırmadan çerez bitti. Öyle zannediyorum, çerez birden bitmesin diye çerezin bayatı tercih edilmiş.

Az sonra oynama anonsu yapıldı. İçimizde oynayan kimse  çıkmadı. Zira ne oynayacak yetenek vardı bizde, ne de heveslisi. Hoş, oynayacak olsak da aç ayı oynamazdı. Öğün vakti atıştırdığımız çerez de midemizin zil çalmasını engellemedi maalesef.

Otururken sağımıza solumuza bakındık bir tanıdık görebilir miyiz diye. Zira damattan başka kimseyi tanımıyorduk. Damadın mesai arkadaşlarının hiçbirini göremedik nedense. Halbuki mesai saatleri içerisinde odası giren, çıkan, ve oturandan geçilmezdi. Hikmetini bir türlü anlayamadık. Gelmeyen arkadaşları ya menüyü biliyorlardı gelmedi, ya da iyi gün dostu idiler sanırım. Arkadaşlarını mutlu gününde yalnız bırakmamayı düşünememişler anlaşılan. Ya da arkadaşları ya mutluluğuna dayanamayız diye gelmediler, ya da umursamadılar. Kurum arkadaşlığıymış onların ki meğersem.  Halbuki davete icabet etmiş olsalardı müziğin gürültüsünü tamamen bize yıkmamış olurlardı. Bizimki at-seyis hikayesine döndü. Ne kadar müzik, ses ve cızırtı varsa üzerimizden geçti dense yeridir. Hikayeyi bilirsiniz ama ben yine de anlatayım. “Bir kilisede inananlarına sürekli vaaz veren bir papaz, vaaz için hazırlığını yapmış, kiliseye geçmiş. Bir de ne görsün. Kilisede cemaat olarak sadece bir kişi var. Kısa bir şaşkınlıktan sonra “Arkadaş, vaaza hazırlanmıştım ama kimse yok, ne yapayım? Anlatayım mı? Zira sadece sen gelmişsin” demiş. Kiliseye vaaz dinlemeye gelen kişi, “Efendim, ben seyisim, bu işlerden anlamam, atlardan anlarım. Ama tüm atlar kaçsa geri kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım” deyince papaz, vaazını vermeye başlamış. Uzatmış da uzatmış. Tek olduğu için seyis de kiliseden çıkamamış. Nihayet papaz vaazını bitirdikten sonra seyise, “Vaazımı nasıl buldun” diye sormuş. Seyis, “Efendim dedim ya ben seyisim, vaazdan anlamam. Ama tüm atlar kaçtı diye geri kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim” demiş. Gördüğünüz gibi damadın mesai arkadaşlarından kimse gelmeyince müzik, gürültü, cızırtıyı dinlemek ve sabretmek bize kaldı.

Sabır taşımızın çatlamasına ramak kala giren akşam namazı imdadımıza yetişti. Namaz geçmesin diye düğün sahibinden görebildiğimize hayırlı olsun diyerek salondan çıktık. Zira kimseyi tanımıyorduk, damattan başka. Akşam namazımızı yakın bir camide kıldıktan sonra evimize doğru yollandık. Düğün kaça kadar sürdü, kim oynadı, ne kadar oynadı, sanatçımız hangi müzikleri söyledi bilmiyorum. Çok da merak etmedik doğrusu. Davete icabet ettik, az da olsa atıştırmalık rızkımız kursağımıza girdi o kadar.

Eve varınca ilk işim karnımı doyurmak oldu. İyi de acıkmışım. Ne de olsa sabah kahvaltısı ile duruyordum. Abbas'ın kör kazı gibi ne bulduysam indirdim mideme. Önüme konan çerez de iyice acıktırmış belli ki!

Derdim düğünde karnımı doyurmak falan değil. Düğün sahibinin ikramını da ayıplıyor değilim. Gücü çereze yetmiş o kadar. Zira Konya'da düğünler pahalı mı pahalı! Yemek versen bir türlü, vermesen başka türlü. Burada böylesi bayat ve iyi kavrulmamış leblebi ikramı, salon sahibinin bir ayıbı. Olmayacak ve onmayacak bir firma mı arıyorsunuz? Benim bu gittiğim salondur. Konya'da bu salondan başkasını bulamazsınız. Bir firma intihar eder mi? Firma sahibinin niyeti ömürlük değil, tek vuruş gayri, belli. Bizim damat da aramak için çok uğraşmış anlaşılan.

Burada bir söz de düğün sahibine söyleyelim. Be kardeşim! Öncelikle hayırlı olsun, ömür boyu mutluluklar dilerim. Bu salonu tutmak için epey aradın mı? Salonu senden önce tutan var mı? Sen ikram edilecek çerezi daha önce görmedin mi? Haydi diyelim ki ucuza gelsin diye çerezin böylesi senin tercihin. Çünkü paran yok. Madem paran yok, canlı müziği niçin tercih ettin? Öyle zannediyorum, burada malı götüren sanatçı olsa gerek. İkramı ucuza getirip sanatçıya kösülmek nasıl bir izan, nasıl bir psikoloji, nasıl bir anlayış? 11.10.2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde