Birkaç
defa çay ve kahve içmek suretiyle hukukumuz oluşan bir arkadaşım telefonla
aradı: “Hocam! Yeni Haber gazetesinde yazar mısın?” diye. Olabilir dedim gayri
ihtiyari. “Sorumlu kişi ile görüşelim,
sizi tanıştırayım” dedi. Bir gün görüşürüz, dedim ise de, “Sıcağı sıcağına
konuşup halledelim, yarın seni alırım” diyerek ipe un sermeme fırsat vermedi.
Ertesi
gün birlikte gazeteye geldik, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni ile görüşüp
tanıştık. Çayımızı, kahvemizi yudumlarken haftada iki gün -salı ve perşembe günleri-
yazma konusunda görüş birliğine vardık. İlgi-alaka ve ikram dolu kısa bir
muhabbetten sonra dostum, “Benden buraya kadar, haydi gidelim” diyerek müsaade
aldık, beni gideceğim yere kadar da bırakıverdi sağ olsun.
Gazete
ile tanışmama aracı olan arkadaşım aradan çekildi. Evli evine, köylü köyüne
misali. Aynen öyle oldu. Şimdi ben gazete ile baş başa kaldım. İlk yazımı
yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Gazetede yazabilirim demiştim ama ne
yazacaktım, nasıl başlayacaktım? Cahil cesaretiymiş bendeki. Derdin ne idi de
olabilir dedin ey Barbaros! Oturup başkalarının yazdığını çayını yudumlarken
okusaydın, ağrımaz başını ağrıtmazdın, dedim kendi kendime. Ama söz ağızdan
çıktı bir kere. Nasıl ki hamama giren terleyecekse biz de bu yola girerek
terleyeceğiz. Başka çarem yok. Anladım ki başlamak zormuş. Hele bir de ham
isen, gazetenin okuyucusunu doğru dürüst tanımıyorsan…gel de çık işin içinden şimdi.
Başlamak bir işi başarmanın yarısıdır, dedikleri bu olsa gerek. Önemli olan
işin ortası ve sonu değil, başıymış. Ben de şu anda bu duyguları yaşıyorum. Telefon
açıp “Ben yazabilirim demiştim, ama olmayacak” demek de geçti içimden. Ama
kahvesini de içmiştim gazetenin. Zaten kahvesini içmişsen bir yerin, elin
mahkum artık. Zira kırk yıl hatırı var. O zaman ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu
deveyi güdeceğiz.
Ben
ilk günün acemiliğini, yaşadığımı yazıya aktarıp atlatmaya çalışırken beşer
olarak şaşar da yazımı okursanız, “Ne diyor bu adam? Be adam! Yazacağını bilmiyorsun,
ne diye podyuma çıktın? Madem yazacak bir şeyin yok, daha işin başında
bırakıver bari” diyebilirsiniz. El hak doğrudur. Ama bu durum ilk defa benim
başıma gelmiyor. Zamanında Nasrettin Hoca’nın da başına gelmiş: “Hoca, vaazına hazırlanıp camide kürsüye
çıkmış. Cemaat pürdikkat ne diyecek diye hocaya bakıyor. Ama hoca bir türlü
konuşmaya başlamamış. Nihayet, ‘Cemaati Müslimîn! Hazırlanıp gelmiştim, ama ne
diyeceğimi unuttum’ demiş. Ardından hoca ve cemaat beklemeye koyulmuş. Konuyu
hatırlamak için hoca, pencereden dışarıya bakar bir müddet: ‘Develer geçiyor…’
der ama ne diyeceğini yine bilmez. Ardından tekrar ‘Ne anlatacağımı unuttum,
hiçbir şey aklıma gelmiyor’ deyip yine beklemeye koyulur. Cemaatin içerisinde
kendisini dinlemeye gelen oğlu, kafasını kaldırır babasına: “Babacığım! Hiçbir
şey aklına gelmiyor da kürsüden inmek de mi gelmiyor?’ demiş.” Benimki de o
hesap. Hoca kürsüde dut yemiş, bülbüle dönmüş, ben de bilgisayar masasının
önünde. Hazırcevap olan Nasrettin Hoca’da da tutukluk olabildiğine göre bizde
de hayli hayli olur. Ne de olsa hemşeriyiz.
Siz,
“Bu adam işi nereye getirecek?” diye merak ederken farkında olmadan gazetemdeki
ilk yazımı bitirmiş oldum hoşgörünüze sığınarak. Böylece şeytanın bacağını da
kırmış oldum. Bir işe besmeleyle başlanınca
hangi iş yarım kalır zaten? Ben muradıma erdim, artık siz de kerevetine
çıkabilirsiniz. Sayfam,
her türlü yapıcı eleştirinize açıktır. Baki selam! 30/03/2018, Barbaros ULU
*** 03/04/2018 tarihinde yenihaberden.com gazetesinde yayımlanmıştır.
*** 03/04/2018 tarihinde yenihaberden.com gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder