Ana içeriğe atla

Yola çıktıklarımızı bir bir kaybetmek

Bir dava, bir fikir, bir hareket yola çıktığı kişilerle anlamlıdır. Çünkü neredeyse sıfırdan doğan hareketlerde dava arkadaşları omuz omuza verirler. Hareket yoluna devam ederken davaya güç katacak ve yeni bir vizyon getirecek kişilerle takviye yapılır. 

Harekette zaman zaman yol kazası diyebileceğimiz ayrılıklar olur. Çoğunluğun içinde bu ayrılıkların fazla esamesi okunmaz. Zira suç, ayrılan kişide görülür. Ama bir hareket düşünün ki doğduğu andan bugüne ölüm, hastalık vb. nedenler dışında anlaşmazlıklar nedeniyle yüzde yüze yakın değişmişse işte burada oturup düşünmek gerekir. Hata ya da suç kimde? Suçu tamamen bir tarafa atmak haksızlık olur. Taraflar arasında suçun oranı olur, az veya çok muhatapların sorumluluğu vardır. Önemli-önemsiz bir mesele veya meselelerde ortaya çıkan kırgınlıklar, küskünlükler bir araya gelip giderilmezse orta yerdeki küçücük problem dağ gibi olur, birbirinden uzaklaştıkça uzaklaşılır. 

Kırgınlıklar bazen dava arkadaşlarını bir araya getirmez. Böyle durumlarda kırgın olanların savunucuları "Efendim, siz haklısınız, siz olmasaydınız o bir hiç idi, nankörlük yapıyor" tarafgirliği yapar. İşte bu, dava arkadaşlarını iyice uçurumun kenarına iter. Aralarındaki kırgınlığı bir araya gelerek gideremeyenler meydanlarda birbirlerine laf sokuşturmaya başlarsa artık iyice yol ayrımına gelirler. Bu işin sonu, birbirlerine rakip olmaya kadar gider. Bu durum, rakiplerin istediği şeydi. Zil takıp oynasalar yeridir. Allah'tan istedikleri bir gözdü, Allah onlara verdi iki göz. 

Bu durum rakiplerin değil, aynı hareketin içindeki insanların, özellikle ağır toplarının başarısıdır. Bu konuda kimse bunların eline su dökemez. Bu kişiler elde ettikleri bu başarılarla ne kadar gurur duyarlarsa azdır. Hal böyle iken hiç başkasına kızmaya, sağda-solda suçlu aramaya, suçu birbirine atmaya hiç gerek yok. Buna başkasındaki merteği görme, fakat kendi gözündeki çöpü görmeme denir. Kendisini süt-beyaz görmedir bunun adı. İş o noktaya varır ki bir araya gelmez olurlar, ne senden uzağım, ne de bana yakınsın tavrıdır bu. Yanıma da yaklaşma, başka yere de gitme der gibi bir şey. Çok mu zor, bir araya gelip kozlarını paylaşmak, anlaşamıyoruz artık, sen yoluna, ben yoluma demek. "Bundan sonra dostluğumuz baki, fakat farklı kulvarlardayız, sana bundan sonraki hayatında başarılar dilerim" deyip kucaklaşarak vedalaşmak. Aracıları önlerinden çekseler veya enaniyetlerini bir kenara bıraksalar bu işin olmaması için hiçbir sebep yok. 22.03.2018, Ramazan Yüce, Konya 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde