Ana içeriğe atla

Kan Bağışı, Vücudumuzun Sadakasıdır/Zekatıdır *


Zaman zaman televizyonlarda kan vermenin önemine işaret eden kamu spotları görürüz. Yine Konya’nın değişik bölgelerinde gezici kan ekipleri tarafından gönüllülük esasına dayalı olarak halkımızdan kan alındığına şahit oluyoruz. Ayrıca TV ve sosyal medyada, “Tıp Fakültesinde yatmakta olan bir hastamız için acil …Rh (+), (-) kana ihtiyaç vardır.” duyurularını sık sık duyarız. Cep telefonumuza “Acil kana ihtiyaç var” mesajları alırız.  Bu alanda ihtiyaç olmalı ki her sıkıntılı anımızda imdadımıza koşan Kızılay; yaz-kış, soğuk-sıcak demeden vatandaşlarımızdan kan toplamaya devam etmektedir.


Değişik yollarla kan bağışı teşvikinin yapılmasından ve kan aranmasından, yeterince kan bağışı yapılmadığını anlıyorum. Başımıza gelmeyince ihtiyaç olarak mı görmüyoruz? Vücudumuzda yeterince kan yok diye mi düşünüyoruz, yoksa benim bilmediğim başka bir sebep mi var? Kanımız eksilirse masadan kalkamayız diye mi düşünüyoruz? Herhalde kimse, kan vermenin faydasını bilmiyor değildir. Kan vermenin faydalarını okumaya kalksak say say bitiremeyiz. Buna rağmen kan bağışlamada niçin duyarsızız? Eğer "Vücudum zayıf, zaten benim kanım az" diye düşünülüyorsa şunu bilelim ki insan vücudunda kilosuna oranla kan mevcuttur. Her insanda vücudun 1/13 oranında kan var. Vereceğimiz kan yarım litreye bile varmıyor. İçtiğimiz teneke kola kadar bir kan veriyoruz. Üstelik verdiğimiz kanı kısa zamanda yeniden elde ediyoruz.


Kime "Kan ver" desen; bir dokunur, bin ah işitirsin: "Efendim! İyi olurdu, vermek isterdim. Ama bende kansızlık var, ben sürekli ilaç kullanıyorum, kan görmeye dayanamıyorum, içim götürmüyor..." benzeri serzenişlerle karşılaşıyorsunuz. Elbette böyle diyenlerin içinde gerçekten mazereti olanlar vardır. Ama anlamadığım bu milletin hepsinin mi mazereti var, hepimiz mi hastayız? Düşünmeden edemiyor insan.  Gelişmiş ülkelerde gönüllü kan bağışında bulunanların oranı yüzde 5 iken, bu oran ülkemizde yüzde 2,5 dolaylarında. Yakışıyor mu bu ülkeye?

Yardımlaşma ve dayanışmada bu milletin eline kimse su dökemez. Varını yoğunu bu millet ortaya koyar. Yeter ki birinin ihtiyaç sahibi olduğuna inansın. Yardımlaşmada gösterdiğimiz bu duyarlılığı nedense kan vermede göstermiyoruz. Kan vermek de bir nevi yardımlaşma ve paylaşma değil mi? Maddi ve manevi olarak ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşan bu millet niçin iş kan vermeye gelince kan verenlerin oranı bir elin parmaklarını geçmiyor?  Hiç mi veren yok? Bir hakkı teslim edelim, damlaya damlaya da olsa kan vermeyi rutin hale getirip veren duyarlı insanlarımız var. Bugün ülke, kan ihtiyacını bu gönüllüler sayesinde gidermektedir. Onlara minnet borçluyuz, iyi ki varlar!

Kan vermeyi insani, vicdani, dini bir görev olarak değerlendiriyorum. Hatta vatandaşlık ödevidir. Nasıl ki malın, paranın zekatı varsa vücudun zekatı ve sadakası da kan vermedir diye düşünüyorum. 18-65 yaş arasında kendini dinç ve sağlıklı hisseden erkekler yılda 4, bayanlar da 3 defa kan verebiliyor. Parolamız, “Bugün bana, yarın sana ve herkesin kana ihtiyacı olacağı bir günün geleceği” düşüncesiyle düzenli kan vermeyi alışkanlık haline getirmemiz lazım. Göreceğimiz tek kan, birinin hayrına verdiğimiz kan olsun!

Not: Kızılay Gezici Kan Ekibi, 5 Nisan 2018 Perşembe günü Meram Mehmet Beğen Ortaokulunda olacaktır. Kendini dinç hissedenler, vücudunun zekatını vermek isteyenler okula gelip kan bağışında bulunabilir. Unutmayalım ki ne verirsek elimizle, o gider bizimle. 22.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

* 04/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde