Ana içeriğe atla

Ne İş TÜBİTAK? **

16 Mart 2018 günü bir Tv kanalında: "İzmir'de özel bir lisede okuyan iki öğrencinin, kimya öğretmenleri nezaretinde 4 aylık bir çalışma sonucunda atık maddelerden çimento ürettikleri, bu durumu bir proje haline getirip destek almak amacıyla TÜBİTAK'a başvurdukları, Kurumun projeyi reddettiği, bunun üzerine projenin İngilizceye çevrilerek yurtdışındaki ilgili kuruluşlara başvurdukları, ABD'den Harvard Üniversitesi başta olmak üzere Fransa ve Kanada'dan sunumlarını gerçekleştirmek için davet aldıkları" şeklinde bir haber izledim. Ağzım açık dinlediğim bu haberin aslı-astarı var mı diye sanal aleme bir göz attım. Fazla yer kaplamasa da haber medyada küçük de olsa yer almıştı. Anlaşılan TÜBİTAK'ın uygun proje görmeyip reddettiği gibi basınımız da bu olayda bir haber değeri görmemişti.

Liseli gençlerin atık maddelerden çimento ürettikleri proje TÜBİTAK'tan niçin geçmedi, niçin kayda değer görülmedi, gençler boşa kürek mi çekiyor, TÜBİTAK dediğimiz kurum bilim ve araştırmanın önünde en büyük engel olarak mı duruyor, bu bilimsel kurumun işlevi nedir, nasıl çalışır, kimlere hizmet ediyor? Anlamış değilim. Dün FETÖ'cülerin işgali altında olan, yıllar yılı çiftlik gibi yönetilen bu kurumda bugün kimler var? Bilim ve araştırmadan çok mu anlıyorlar? Yoksa bilime, teknolojiye, araştırmaya fransızlar mı?

Dört ay boyunca çalışıp didinerek bir proje gerçekleştiren bu gençlerin müracaatı yurtdışından sayılı üniversitelerden sunumlarını gerçekleştirmek üzere davetler alındığında veya bu olay haber kanallarında haber değeri bulunup verildiğinde TÜBİTAK'tan "Proje diye önümüze getirilen çalışma, hiçbir bilimsel değeri olmadığından Kurumumuz tarafından kayda değer bulunmadığı için reddedilmiştir." şeklinde bir açıklama var mı diye baktım. Maalesef böyle bir açıklamaya da rastlamadım. Belki bu gençler, yurtdışına giderek sunumlarını yaptıklarında projeleri ekonomik ve yeni bir icat olarak görülmeyecek. Olabilir. TÜBİTAK bu gençleri, yönlerini dışarıya dönmeyecek şekilde burada motive etmeliydi, onları "Şöyle şöyle yapın, projenizi şu şekilde revize edin, şu tarihte sizi bekliyoruz" diyerek yönlendirmeliydi. Yurtdışı, her fırsatı bir ganimet bilip değerlendirirken bizimkiler ipe un serercesine ayaklarına gelen katma değeri geri çevirerek bilime hizmet ettiğine mi inanıyor? Sahi onlar orada niçin varlar? Bilim ve araştırmanın önünü açıp destek olmak için mi oradalar? Yoksa köstek olmak için mi orayı işgal ediyorlar? Eğer amaçları köstek olmaksa hiç gölge etmesinler. Şayet bu gençlerin projesi yurtdışında kayda değer bulunursa bizim TÜBİTAK'ın kapısına kilit vurulmalı ve kapıya da "Bilimin önünde en büyük engel olduğu için açılmamak üzere ebediyen kapatılmıştır, içinde görev yapanların bilimsel ve akademik unvanlarına el konulmuş, kendileri devlet memurluğundan ve bilim adamlığından el çektirilmiştir" yazısı yazılmalıdır.

Siyasetimiz atık maddelerden çimento üretme işini mercek altına almalı, kasıt ve ihmal varsa kişiler hakkında işlem yaparak bilim, teknoloji ve araştırmayı engellemekten dava açılması için Cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunmalıdır, hem de gecikmeden.20.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 02/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde