Ana içeriğe atla

Değerlerimizi Yok Etmenin Bedeli

Giderekten hiçbir mesleğin saygınlığı kalmayacak. Çünkü hepsinin tek tek ipini çekiyor, haddini bildiriyoruz. Alkışlayanımız da çok nasılsa. Bu iş böyle giderse saygınlığı olan meslek ve meslek erbabı ara ki bulasın. Saygınlığı sıfırlanan, yerlerde sürünen meslek erbabı başarılı biri de olsa, gecesini gündüzüne katıp çabalasa da veriminden bahsetmek mümkün değil.

Hiçbir kişi, zümre kendi itibarının zedelenmesini istemez. Ama en fazla da meslek erbabı itibarını kendisi düşürür. Bir de buna dış etkenler katıldı mı itibar denen şeyi bulamazsın. Mesleklerde mesleki etik oturmaz, uygulanmaz veya önemsenmezse başlayan kokuşmuşluk dış etkenlerle ayyuka çıkar ve meslekler yerlerde sürünür.

Son yıllarda bir furya başladı. İnsanların emeğine saygı kalmadı. İki kişi bir araya gelse başka meslek mensuplarını konuşuyor. Keşke başkalarını eleştirmeye ve kınamaya bulduğumuz vaktin milyonda birini de kendimizle ilgili öz eleştiri yapmaya ayırsak. Ama öyle değil. Kimse kendi üzerine toz kondurmuyor. Şunu herkes bilsin ki yapıcı olmayan hiçbir eleştiri, zarardan başka fayda sağlamaz.

Bugün öğretmen, din görevlisi ve doktorlar yerden yere vurulmaktadır. Hiç de insafımız yok. Eleştirdiğimiz yer ve ortama bile dikkat etmiyoruz. Bir gün çocuğumuzu eleştirdiğimiz öğretmene vereceğimiz ya da halen bu öğretmende okuduğunu düşünmüyoruz. Bir gün yerden yere vurduğumuz din görevlisine şu ya da bu şekilde işimizin düşeceğini aklımıza bile getirmiyoruz. Beğenmediğimiz doktorun önüne giderek muayene olacağımızı hiç hesaba katmayoruz. Bir gün işimiz düşerse bu eleştirdiğimiz kesimin bize bir faydası olur mu? İşlerini doğru yapsalar bile bize zerre faydası olmaz. Çünkü onlara inanmıyoruz. Önyargımız bunu engelliyor. Eleştire eleştire ipliğini pazara çıkardığımız bu kesimin itibarını sıfırlamıştık bir zaman. Bugün bir fayda da beklemeyelim.

Her şeyden önce emeğe saygı göstermek lazım. Eleştirilerimiz yapıcı olmalı, düzeltme niyetini taşımalıyız. Bir yerde bir sorun varsa eleştiri ortamını iyi ayarlamak ve eleştirirken verim almak hedefi gözetilmeli. Bu olumsuzluğa payı olan başkaları da hesaba katılmalı. Ben bir veli, bir hasta, bir cemaat olarak ne yapmalıyım diye sorulmalı. Bunu yapmazsak bugünümüzü yarın mumla ararız. 20.03.2018, Ramazan Yüce, Konya 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde