Ana içeriğe atla

Şimdiki İlahiyatçılar" Başlıklı Yazıya Dair (2)

"Şimdiki ilahiyatçılar" başlıklı paylaşımınla ilgili düşüncelerimi ifade etmek isterim. Baştan söyleyeyim, yazıyı yanlış anlamış, ve yanlış kanaat belirtmiş olabilirim.

1. "Şimdiki ilahiyatçılar" derken umarım kastedilen tüm ilahiyatçılar değildir. Eleştiri yapılırken bazı ilahiyatçılar denebilirdi. Ayrıca yazıda örnekleri verilen kişiler daha mezun olmamış, ilahiyat eğitimi alan kişiler. Bu, tıpta okuyan bir öğrenciyi doktor görmek gibi bir şey.

2. Örnekleri verilen İmamı Azam, Buhari, Serahşi vb. alimlerimiz İslam kültürüne katkıda bulunmuş, bu konuda emek sarf etmiş, hizmetleri küçümsenmez kişilerimizdir. Yaşadıkları asırda ilme ulaşmak ve bilgi toplamak için ne sıkıntılar çektiğini düşünmemek hem ayıp hem hadsizliktir.

3. Örnekleri verilen alimlerimiz, isabet etmiş veya edememiş olabilir. Samimiyetlerinden, bilgi birikimlerinden kimsenin şüphesi olamaz. Her zaman en büyük saygıyı hak etmişler ve hak etmeye de devam edeceklerdir. Başımızın tacıdır hepsi.

4. Bu ve benzeri alimlerimiz, zamanındaki ilmi birikimi toplayarak, zamanlarında çıkan sorunlara en güzel çözümler üreterek dini ilmin günümüze gelmesine ve ışık tutmasına imkan vermişlerdir.

5. Bu demek değildir ki bunların yaptıkları eleştirilemez. Edebince bunların yaptıkları eleştirilmelidir. Zamanında bir ihtiyaca cevap veren bir görüş, bugün sorunu çözmeyebilir. Çünkü zaman değişmiş, şartlar değişmiş, araç ve vasıtalar değişmiş, insanların yetişme tarz ve ortamları değişmiş, illetler değişmiştir. Geçmişte sorun çözen tasarruflar, bugün de hala sorunu çözmeye devam ederken bazıları yetersiz kalabiliyor. İslam her çağa hitap ettiğine göre bugün de hitap etmesi isteniyorsa -ki öyle olmalıdır- geçmiş müktesebatı göz önünde bulundurarak yeni şeyler, yeni fetvalar söylemek gerekir. Çünkü İslam ve sosyal hayat durağan değildir.

6. “Söylenmesi gerekenler geçmişte söylenmiş, artık dahası yok. Sonra siz kim, onlar kim, siz onlar gibi olamazsınız, müktesebatınız nedir” denirse “Akıl yaşta değil, baştadır” bir defa. Bu düşünce ictihat kapısını kapatmak, yeni şeyler söyle-t-memek, eskiyi tekrarlamak demektir. Kimse o alimlerimizi geçemez, onlardan iyisini söyleyemez demektir. Ki adı geçen alimlerimiz günümüzde yaşasa bazı verdiği fetvalarını görse “Siz hala benim geçmişte, o günün şartlarında verdiğim tedaviyi mi uyguluyorsunuz, artık yeni şeyler söylemek, yeni açılımlar yapmak gerekir. Bugün aynı şekilde düşünmüyorum, çözümü şöyle düşünüyorum” cevabını alacağımızı düşünüyorum.

7.Kuran ve sünnet bizim naklimizdir, bize yol gösterendir. Bizim asıl kaynağımızdır. Bu ikisinin dışında söylenenler, yazılıp çizilenler değişebilir. Özellikle fıkıh din değildir. Fıkhı din yerine koyarsak yanılırız. Örnek vermek istersek seferilik konusunda alimlerimiz, o günün şartlarında mevcut olan at, deve ve tabanvayı dikkate alarak üç günlük yol mesafesi kabul edilen 90 km’yi seferilik sınırı kabul etmişlerdir. Bu gün 90 km’lik bir mesafe bir saatlik yoldur günümüz araçlarıyla. Biz hala seferilik konusunu o gün alimlerin düşündüğü gibi mi düşüneceğiz? Ayrıca görüşler değişir. Mecelle’de “Zamanın tağayyürü  ile ahkam da değişir. Ki peygamberimiz de fikirlerini değiştirmiştir. Önceleri mezar ziyaretlerini yasaklarken sonra serbest bırakmıştır.

8. Bugün çocuklarımızı yetiştirirken bile kendi çağımıza göre yetiştirmiyoruz. Çünkü Hz Ali, “Çocuklarınızı yaşadıkları çağa göre yetiştirin” buyurmaktadır. Hangimiz çocuğumuzu kendi dönemimize göre terbiye etmeye çalışıyor? Bu devir ikna dönemidir. Her şeyden önce ikna etmeyi bilmeliyiz. Bu devrin insanı ister ilahiyatçı, ister değil sorgulayıcıdır. Tıpkı İmamı Azam gibi akla büyük önem verir. Kur’an’ın üçte biri aklı ön planda tutar. “Ölüleri dirilteceğim” dediği zaman “Nasıl dirilteceksin” diyen İbrahim’i Allah, ikna etmeye çalışır.

9.Yeni şeyler söylemek; geçmişi inkar etmek, geçmiş alimlerimizi küçümsemek olarak algılanmamalı. Dine ve dini yaşantıya  yeni bir soluk getirmek olarak değerlendirilmelidir.

10. İmamı Buhari’nin hadis tedvininde binlerce hadisi seçerek aldığı, birçok hadisi almadığı düşünülürse, bugün uzmanlarının içinde mevzu hadis var dediği bir ortamda işin muhaddisleri ve Diyanet’e düşen, Kütübü Sitte veya Kütübü Tis’a’da mevcut bulunan mevzu hadisleri ayıklayarak dijital ortama aktarmasıdır. Halkın anlayamadığı, sahih olan hadisler varsa hadisin ne şekilde anlaşılması gerektiği açıklanmalıdır. Bugün gazete, takvim yapraklarında önüne gelenin sonuna “hadis” diye yazarak paylaştığı, aslı astarı olmayan nice sözler var. Böyle yapılırsa en azından biri hadis dediğinde dijital ortama bakılarak hadis olup olmadığının kontrolü yapılabilir.

11. Google veya benzeri arama motorlarından bilgiye ulaşma bugünün bilim çağında yaygındır. Neredeyse tüm kitaplar bu ortama aktarılmıştır. Araştırma yapmak isteyen ayete, hadise, herhangi bir fıkhi görüşe buradan ulaşarak olaya kümülatif bakabilir. Gördüğü her siteyi, her bilgiyi doğru kabul etmediği ve seçici davrandığı müddetçe bir sakıncası yok diye düşünüyorum. Geçmişte az bir bilgi kırıntısıyla çok şey söyleyen alimlerimizin elinde o gün, bugünün teknoloji ve imkanları olsaydı; bugün daha çok şey söyleyebilir ve bu imkandan faydalanırlardı. Ki İmamı Azam, hadislerin çokça uydurulduğu Küfe’de hadislerin çoğunu itibara almaz, kıyas ve ictihat yolunu kullanırdı. Ayrıca geçmiş alimlerimiz -özellikle- Şafii, bir yerde verdiği fetvayı bir başka yerde değiştirme yoluna gitmiştir. Çünkü şartlar ve ortam değişmiştir.

"Şimdiki ilahiyatçılar" yazısını yazanın samimiyetinden şüphem yok. İçinden geldiği gibi yazmış zira. Fakat hamaset kokuyor. Bugün bu tür hamasetten ziyade ayakları yere basarak problemlerimizi ve açmazlarımızı edebince tartışmak ve çözmeye çalışmaktır.

Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Maksadımı aşmışsam affola. Uzattım. Baki selam. 20.02.2018, Ramazan Yüce, Konya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde