Ana içeriğe atla

Nev-i Şahsına Münhasır Bir Site Sakini

Bazı insanlar vardır ki, nev-i şahsına münhasırdır. Çevrenizde vardır mutlaka böyleleri. Değerini, çevresi takdir edeceği yerde bu tipler kendilerine olduğundan fazla bir değer biçer. Hal böyle olunca kimse yanına kolay kolay uğramaz, kendileri de başkasına  müdane etmez. Ne başkası kendilerini anlar, ne de kendileri başkasını. Toplum içinde yaşar gider. 

Evinden işine, işinden evine gider durur. İlim adamı olması hasebiyle zaman zaman sempozyum vb. nedenlerle yurt dışına gider gelir. Mahallede ve sitede ne bir kimseye gider, ne de kimse gelir evine. Evinin sırtına yeni bir komşu gelmişse "Kimsin, necisin, hırlı mısın, hırsız mısın, hoş geldin" demez. Keyfi çatarsa sitenin içinde, herkesin gelip geçtiği yerde, rüzgarlı bir havada mangal da yakar. Başkası dumanından, kokusundan rahatsız olurmuş, çocukların canı çekermiş, kime ne? Ev kendisinin değil mi? Dilediğini yapar? Kimden izin alacak, kimden çekinecekti? Kiracıdan mı? Güldürmeyin adamı!
*
Yeni aldığı evine taşınırken kimseyle vedalaşmadı. Zaten hoşgeldin de dememişti. Çünkü gelenler hep kiracıydı, ev sahibi olsa o zaman değişir, belki hoş geldin derdi. Emsali yok dediği eski evini satmaya kalktı. "Değerini vermiyorlar" diyerek satmaktan vazgeçti. Sonunda yüksek bir meblağla iş yeri olarak evini kiraya verdi.

Yeni kiracısı, komşunun düğünü mü var, rahatsız olur mu demedi. Bir ay boyunca takur-tukur evin içinde çalıştı durdu, matkap çalıştırdı. Merdivenlere ait sergiyi herkesin gelip geçtiği yere attı, aylarca durdu orada. Gidip çöpe atmadı. Meğersem ev sahibi, "Bunu atma, ben alacağım" demiş. Üzerinden kış geçtikten sonra gelip geçen biri, "atıver" dediğinden nihayet çöpe atılmış. Halbuki adam ne emeklerle almıştı zamanında onu. Yazık olmuş!
*
Evini iş yeri olarak verse de zaman zaman görünür. İşte o günlerden biri. Kimse girmesin diye tel ile çevirdiği bahçesindeki ağaçları budamaya gelmişti. (Sahi, mangalı niçin bu çevirdiği yerde yakmamıştı da sitenin içinde yakmıştı? Caddeye bakan bu yerde yakmış olsaydı işlek caddede arabasıyla gelip geçen ne kokusunu alır, ne de görürdü. İçeride yakmalıydı ki başta sırtındaki kiracı komşusu ve dolup gelen yine kiracı olan Suriyeliler kokusunu almalıydı. Bu fikri de İsraillilerin hapisteki Filistinliler, kokusunu alsın diye cezaevi penceresinin önünde mangal yaktıklarından esinlenerek almıştı. Ama güzel fikir! Belki de İsrailliler bunu örnek almıştı. Ama zamanında patentini almadığı için hak iddia edemiyordu.) Budadığını gelip geçenlerin yolu üzerine attı. Başkasının ayağı takılır düşer demedi. Çünkü o, ev sahibiydi. Sitede her türlü tasarrufu yapma hakkına sahipti. Rahatsız olan ya oradan geçmeyecekti, ya da alıp çöpün yanına atacaktı. Onu da mı beyefendi atacaktı? Ziraatçı olması hasebiyle budamanın piriydi, ama çöpe atmak onun görevi değildi. Sonra bulunduğu öğretim görevliliği ünvanına yakışmazdı. Bir defa o, site için bir şans idi. Ama muhit değerini bilmiyordu.
*
Akşam çarşıya çıkarken baktım, budanan dallar çöpe atılmamış, gelip geçilen yere paralel bir şekilde istiflenmişti. O mu yaptı, başkası mı bilinmez, ama en azından görüntü kirliliği duvarın kenarına itilmişti. Bunu neden yaptı? Bizim gibi aklı kıtlar onu anlamazdı. Belki de o odunları bir ihtiyaç sahibi götürüp doğalgaz kombisinde yaksın diye düşündü. Belki de kurumaya bıraktı. İleride bir gün gelir, yine eskisi gibi sitenin içinde mangal yakarım diye düşündü.
*
Sitemizin kadir kıymet bilmeyen insanları kıymetini bilemedi bu ilim adamı mangalcımızın. Umarım gittiği yeni sitede değerini bilen insanlar çıkar. Şayet bu eski komşumu çok beğendiyseniz, onunla komşu olma şansınız var. Zira yeni dairesinde bol miktarda satılık daire var. Elinizi çabuk tutsanız iyi olur. Çünkü ne demişti atalarımız, "Ev alma, komşu al."
Ben mi? Kendisiyle az da olsa konuşmuşluğum ve komşuluğum var. İtibarsa yeter bu kadar. Biraz da siz faydalanın... 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde