Ana içeriğe atla

MSB: Milli Seminer Bakanlığı


Sene başından beri görevli izinli sayılarak gittiğim seminerlerin sayısını unuttum. Bir de dersim yokken zorunlu gittiklerimi sayarsam epey bir yekûn tutar. Ben yine şanslı olanlardanım. Çünkü emsallerimin gittiği seminer, kurs, eylem planı ve sunumların haddi hesabı yok. Yani bilgi, birikim ve donanım yönünden benden fersah fersah ilerideler.

Merak edip ne zaman gidiyorsunuz bu seminerlere derseniz, eğitim ve öğretimin içindeyken, dersler boşaltılarak yapılmaktadır derim. Siz seminerler dışında ne yaparsınız derseniz yine derim ki, yaptığımız seminerlerden arta kalan zaman diliminde fırsat bulabilirsek derse girmektir. Milli Eğitim kendini aştı, tek felsefesi var: Eğitim ve öğretim boyunca güne gün, olmazsa gün aşırı seminer düzenlemektir. Yani hayat boyu eğitim felsefesi gibi hayat boyu semineri kendisine misyon edinmiş durumda. Oldu olacak adını da Milli Seminer Bakanlığı şeklinde değiştirse daha iyi olacak. Eğer bu yeni ismin MSB ile karıştırılacağı iddia edilirse çok problem olacağını sanmıyorum. Bu ülkenin kardeş kurumları ne de olsa. Üstelik her ikisinin başında "milli" var. Ayrıca mevcut Bakanımız, her iki bakanlıkta da çalışmış ender kişilerden hatta tek kişidir. Savunma Bakanlığından sonra yeni kabinede adını Eğitim Bakanı olarak görünce bir an için her iki bakanlığın başındaki "milli" kelimesinden dolayı karıştırılmış olabileceğini düşündüm. Bu düşüncenin sadece bana ait bir vehm olduğunu anlamam uzun sürmedi. Ardından kısa bir araştırma yapınca birbirine zıt gibi görünen iki bakanlığı birbirine yakınlaştıranın, Sayın Bakanın mezun olduğu okullar olduğu anlaşılacaktır. Zamanında düşünemedim tabi. Önümü görememişim. Aslında Bakanı şanslı kılan iki üniversite mezunu olması: hukuku bitirmesi değil, gemi mühendisliğini bitirmesi sanki. Ne edersiniz ki kör talih hiç peşimi bırakmadı. Bilseydim Sayın Bakanın okuduğu okulları okurdum. Haydi geçmişte düşünemedim. Çocuklarımı aynı okullarda okutarak önlerini açabilirdim. Ama burnunun ucunu göremeyen ben; ne kendime ne de çocuklarıma katkı verebildim bu konuda.

Bize durmadan seminer ve kurs düzenleyenlerin bilinçaltında eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engelin öğretmen olduğu o kadar işlemiş olmalı ki biz bunları yola getirirsek eğitim ve öğretimimiz düze çıkar düşündesindeler. Bunun yolunu da öğretmenleri eğitmek, yani seminer vermek suretiyle halledebileceklerine kendilerini öyle inandırmışlar ki gece-gündüz seminer düzenliyorlar. Hatta hızlarını alamayıp seminerin bitiminde film bile izletiyorlar. 

Bize fırsat buldukça dersi var mı yok mu dersleri boş geçer, öğrenci mağdur olur, okulun düzeni bozulur demeden seminer düzenleyenler, yaptıklarınızda iyi niyetli olabilirsiniz. Ama bilin ki metodunuz, zamanlamanız yanlıştır. Usulsüz vusül olmaz. Biz yaparız olur diyorsanız oluyor. Ama bir faydadan hali değil yaptığınız. Yok, dostlar alışverişte görsün diyorsanız evet, herkes sizi görüyor, hatta seyrediyor. Hem de ibret ve hayretle. 28.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde