Pazartesi günkü “Sünnetullah ve Rahmet” başlıklı yazımda, cuma hutbesinde
bahsedilen “Suyun önemi, kuraklık nedeniyle su kaynaklarının tükenmeye yüz
tuttuğu, israf edilmemesi gerektiği ve namazdan sonra topyekûn yağmur duası
yapılacağı” içeriği üzerine bir yazı kaleme almıştım. Yazımı da “Gelelim
yağmur duasına. Cumanın farzından sonra tüm Türkiye'de yapılan dualara amin
dedik. İnşallah dualarımız kabul olur da bol bol rahmet görürüz. Ama yağmurun
yağması için dua, tek başına yeterli mi? Yağmurun yağması için sebepleri yerine
getirdik mi? Sebepleri yerine getirmemişiz ki yağmur yağmıyor. Unutmayalım ki
yağmur ve kar, dua ile yağmaz. Çünkü yağmur ve karın yağması, sebep-sonuç
ilişkisine bağlı olan, Allah'ın koyduğu evrensel yasalardan fiziksel
yasaların bir gereğidir. Biz buna sünnetullah veya âdetullah diyoruz ve bu
yasalar asla değişmez. Hasılı, Allah kulunu susuz bırakmaz. Yeter ki rahmetin
sebepleri oluşsun ya da sebepleri oluşturalım. Tüm sebepleri yerine getirdikten
sonra üzerine bir dua, aliyyülala olur.” şeklinde bitirmiştim.
Herkese açık olarak sosyal medyada paylaştığım bu yazım, altına yapılan
yorum ve beğenilerden olumlu tepkiler aldı. Yazımın altına “Bu yazınıza/yazınızın
şu kısmına, şundan dolayı katılmıyorum. Doğrusu budur” şeklinde yorum yazmayan
bir kısım zevat ise bu yazıma cevap verircesine sayfasında verip veriştirmiş.
Bu eleştiri yazısı üzerine, acaba nerede hata yaptım diye yazımı tekrar okudum.
Yazımda ne bilime ne dine aykırı bir ifadeye rastladım. Yazımda yanlış olamaz
mı? Olabilir. Değişik konularda yazdığım yazılarımın hepsine herkes katılmak zorunda
değil. Zira yazılarım kendi düşüncemden ibaret ve beni bağlar. İsterim ki
okuyucu ve takipçilerim, yazım ve serdettiğim görüşlerimden dolayı beni tenkit
etsin. Tek istediğim, bu işi hakaret etmeden ve bir ithamda bulunmadan
yapsınlar. Nitekim bunu yapan okuyucu ve takipçilerim var. Kimi, yazımın altına
yorum yazarak görüşümü eleştirir. Kimi de özelden yazarak yazıma eleştiri
getirir. İster özelden ister umuma açık olarak yazıma eleştiri getirenlere
minnettarım. Çünkü kendimi geliştirebilmem için buna ihtiyacım var. Ama bunu yaparken
laf olsun diye yapmanın, niyetimi sorgulamanın, ithamlarda bulunmanın, töhmet
altında bırakmanın, öküz altında buzağı aramanın bir alemi yok. Zira bunun
kimseye faydası olmaz.
Ne demişim yazımda? “Yağmurun yağması sebep-sonuç ilişkisine bağlıdır. Bu,
evren yasalarından fiziksel yasaların bir gereğidir ve değişmez. Dua edelim ama
duadan önce sebeplere sarılalım” demişim. Merak ediyorum, muhterem bu
ifadelerin neresini, neden eleştirme gereği duydu? Eleştiri
diyorum nezaketimden. Zira ithamların eleştiri ile bir alakası yok. Zira ben ve
benim gibi düşünenler ona göre, “Kemalist, seküler ve pozitivist zihniyete
çanak tutuyoruz”, “Olayı sadece sebep-sonuç ilişkisine bağlamakla, gafil
Müslümanlar” oluyoruz. Yine “Taştan nehir veya suyun fışkırmasını hangi fiziki
yasa ile izah edeceksiniz?” diyerek bize soru soruyor.
Merak ettiğim, bu yazımda ben, Allah’ın gücünü mü sorguladım? Sebep ve
sonuç olmadan Allah bir şeyi halk etmez mi dedim. Bilelim ki o her şeye
kadirdir. Yoktan da var eder, vardan da var eder. Yeter ki ol desin. Sonra müminin
silahı olan duaya karşı olmam söz konusu olabilir mi? Üstelik herkes gibi
namazdan sonra ellerimi yere paralel indirerek yapılan yağmur duasına amin
demişim ve inşallah beklediğimiz yağmurlar gelir, temennisinde bulunmuşum.
Keşke duadan önce sebeplere sarılsaydık, ardından da güzel bir dua çok iyi
olurdu, demişim. Fiziksel yasa gereği sebep-sonuç ilişkisine yer vermem, neden
pozitivist zihniyete çanak tutmak olsun? Kimsenin niyetini bilemem ama sanırım
muhterem, fiziksel yasalarla, liselerde okutulan fizik dersini karıştırdı.
Halbuki benim bir-iki cümleyle değindiğim fiziksel yasalar, Allah’ın evreni
yaratırken koyduğu “fiziksel, biyolojik ve toplumsal” yasalardan bir tanesidir.
Ki bu konu, tartışılacak bir konu değil. Bunlar, genel-geçer, evrensel ve
değişmez yasalardır. Üstelik bu konuyu bilmek için illa çok okumaya, kitaplar
karıştırmaya da gerek yok. Orta üçüncü sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersinin ilk ünitesi olan “Kader ve kaza inancı” bahsine bakılırsa bu yasaların,
kader yasaları olduğu görülecektir. Fizik ve diğer müspet ilimler de bu evrensel
yasaları bularak adına ilim/bilim diyor. Yani yeni bir şey ortaya koymuyor. Olanı
tespit ediyor. Kur’an’da geçen evrensel yasaların, bilimle uyum içerisinde
olmasının kime, ne zararı var? Üstelik bu, bizi fazlasıyla memnun etmeli değil
mi? Muhteremin ilimden anladığı sadece dini ilimler mi acaba? Halbuki biz
biliyoruz ki “İlim müminin yitiğidir. Nerede bulursa alır” ve “İlim öğrenmek
kadın-erkek herkese farzdır”.
Hasılı bir kez daha ifade edeyim: Fiziksel yasalar gereği, yağmuru yağdıracak
sebepleri oluşturduktan sonra ardından “Ya Rabbi! Ortaya koyduğun yasa gereği
biz elimizden geldiği kadar sebepleri oluşturmaya çalıştık. Şimdi senden bu sebeplere
binaen lütfünden yağmur yağdırmanı istiyoruz” dercesine elleri ona kaldırmaktan
bahsediyorum. Lütfen, sapla samanı karıştırmayalım. Zira bir duruş sergileyeceğim
diyerekten seküler, laik ve pozitivistlerin düşüncesine göre pozisyon almanın,
bu mahallenin insanlarını, benim gibi düşünmüyor diyerek ötekileştirmenin,
kimseye özellikle bu mahalleye zerre katkısı olmaz. Niyetimiz bağcıyı dövmek
değil, üzüm yemek olmalı. Ne olur, insanları anlamaya çalışalım. Bunu yaparken
de kendi düşüncelerimizi insanlara aktaralım. Unutmayalım ki dini tekelimize
almanın, başka düşüncelere geçit vermemenin ve herkese/her şeye ayar vermeye
çalışmanın ne dine ne de topluma katkısı olur. Yerimizde sayar dururuz hatta
gerileriz.
*16/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder