Ana içeriğe atla

Dilimize En Büyük Kötülüğü Kim Yapıyor? *

Türk Dil Kurumunun sözlüğüne bakıyorum. İçerisinde binlerce kelime, kavram ve deyimlerin olduğu birkaç cilt olabilecek, kalın ebatlı kocaman bir kitap çıkıyor karşıma. Diyorum ki zengin bir dilimiz var. Yazarken ve konuşurken kullandığımız kelimelere bakıyorum. Kelime yönünden fakir bir dilimiz var diyorum. Çünkü birkaç yüz kelime ile konuşuyoruz. Konuştuğumuz kelime ve kavramları da çoğu zaman yerli yerinde kullanmıyoruz. Konuştuğumuz kelimelerin çoğunun anlamını da bilmeden konuşuyoruz. Öyle kelimelerimiz var ki anlamları farklı olmasına rağmen birbirinin yerine kullanıyoruz. Gündelik hayatta ağzımızdan düşürmediğimiz birçok kelimeyi, yazmaya kalktığımız zaman kelimenin doğru yazılışıyla ilgili zaman zaman tereddüt yaşar ve sözlüğe bakma ihtiyacı hissediyoruz. Bir kelimenin birleşik mi, ayrı mı ya da doğru yazıldığını bir Türkçe veya Edebiyat öğretmenine sorsanız, onların çoğunun da TDK sözlüğüne bakarak bilgi verdiklerini görürüz. İyi ki TDK, sözlüğü dijital ortama yükledi de sıkıştığımız zaman cep telefonu marifetiyle kelimenin doğrusunu ve anlamını öğrenebiliyoruz. Yoksa koca sözlüğü elimizin altında bulundurmak, aradığımız kelimeyi bulmak mesele mi mesele olurdu.

Kelime yönünden zengin olan dilimizin çok az kelimesini kullanmamızın ve sık sık sözlüğe başvurmamızın bir nedeni, okuma alışkanlığımız olmadığından olsa da TDK’nın da bunda payının büyük olduğunu düşünüyorum. TDK, yeni kelime üreteceğim, Türkçemize yeni kelime bulacağım, dilimizi; Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce vb dillerden geçen kelimelerden temizleyip yerine, yeni kelime önereceğim diye uğraşıp duruyor. Böylece TDK sözlüğüne her yıl yeni yeni kelimeler giriyor ve dilimiz zenginleşiyor.

Tüm çabası, dilimizi zenginleştirmek olan TDK, dilimize iyilik mi yapıyor yoksa kötülük mü? Bunu zaman zaman düşünmüyor değilim. Kanaatime göre tüm iyi niyetine ve misyonuna rağmen TDK, Türkçemize kötülük yapıyor. TDK, bu misyonuna devam ettiği müddetçe dilimiz, sözlük yönünden zengin olsa da kullanılırlığı yönüyle her geçen gün fakirleşecek ve TDK sözlüğü de giderek sözlük dili olacaktır. TDK, eski kelimelerden dilimizi arındıracağım diye uğraşadursun. Böyle giderse baba, oğul ve dede arasında dil yönünden açılan makas iyice açılacaktır. Büyükler yeni kelimeleri bilmiyor, yeniler de eski kelimeleri. Bizi bize yabancılaştırıyor. Halbuki bir dil, konuşulduğu ve halk nezdinde bir karşılığı oldukça dildir. Bir dil, kelimeleriyle babadan oğla geçmezse bu dil neye yarar, bize ne fayda sağlar?

İnanın, TDK sözlüğüne baktığımız kadar bir İngilizce sözlüğe bakmıyoruz. Halkın kullandığı çoğu kelimenin, TDK sözlüğünde karşılığı yok, TDK’da yazan çoğu kelimelerin de halkta karşılığı yok. Mesela, halk peştamal diyor; TDK, peştamal diyor. Halk vejeteryan diyor, TDK vejetaryen diyor. Halk şase diyor, TDK, şasi diyor. Allah aşkına, kaç kişi bu kelimeleri sözlükte yazdığı gibi kullanıyor? Başka dillerden dilimize geçen bu kelimeler için bu ülkeler, bizden aldığınız kelimeyi böyle kullanacaksınız mı diyor? TDK, halkın konuştuğunu sözlüğe koysa ne kaybeder? Bundan muradı ne olabilir? TDK’nın doğru bildiğimiz yanlış kelimelerle ilgili bu inadı, ancak merkezi sınavlarda öğrencileri ters köşeye yatırmada işe yarar. Bu da olmasa o kadar öğrencinin sınav başarı sırası nasıl belirlenecek yoksa.

Hasılı TDK, dilimize, ülkemize ve halkımıza bir iyilik yapacaksa yersiz yeni kelime üretmeyi/uydurmayı bırakmalı. Halkta bir karşılığı olan kelimeleri, doğru yazım olarak kabul etmeli. Birleşik kelimeleri kah ayırıp kaç birleştirmekten vazgeçmeli. Dilimize başka bir dilden geçmiş olsa bile halkın benimsediği kelimeleri değiştirme misyonunu terk etmeli. İlla kelime üretecekse, bilimsel bir kavram veya teknik bir aletin ismi, dolaşıma girmeden yerine mantıklı bir kelime önermeli...

*16/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde