Bu ülkede, ne zaman infiale sebebiyet verecek bir olay patlak verdiğinde,
netameli bir konu ısıtılıp ısıtılıp önümüze konduğunda; bir konuşmacı,
maksadını aşan bir cümle sarf ettiğinde; biri, alışılmışın dışında yeni ve
aykırı bir şey söylediğinde veya bir gaf yaptığında ya da bir kesimin yumuşak
karnına dair bir imada bulunulduğunda; konu, soğukkanlı bir şekilde konu, anlaşılmaya
çalışılmaz, bu olayla ne murat ediliyor, önümüze konan bu sorunu, yeni
sorunlara yol açmadan nasıl çözeriz denmez; taraflar, freni patlamış bir araç
gibi harekete çeker. Ortalığı toz duman kaplar. Artık haklı haksız meselesi
değildir konu. Mahalleden birine yapılan bu saldırı, mahalleye yapılmış kabul
edilir ve suç bastırırcasına karşı mahallenin tüm kirli çamaşırları ortaya
dökülmeye çalışılır. Kim sesini nasıl duyurabilecekse o yolu dener. Bu yolları
denerken sakinlikten eser olmaz. Sesler alabildiğine yüksek çıkar. Çünkü samimiyetin,
mahalleyi korumanın, haklı davalarına arka çıkmanın, karşı tarafı susturmanın,
konuşuyorsa da hata yapmasına zemin hazırlamanın tek ölçüsü bağırmaktır,
hakarettir, belden aşağıya vurmaktır. Sorun her ne ise mesele, asla medenice
konuşulmaz ve tartışılmaz.
Köşede, kenarda olan bu mesele; taraftarlara mesaj vermek, onları pozisyon
almaya sevk etmek, bakın bizim adam yalnız değil demek için sosyal medyaya
taşınır. Karşı mahalleye meydan okunur, parmak sallanır ve güç gösterisi
yapılır. Kelime dağarcıklarında ağza alınmayacak ne kadar kelime varsa bu alem
aracılığıyla boşaltılır ve tartışma bir başka boyuta taşınır. Basiret ve ferasetin
olmadığı bu gerilimde, esas mesele de bu arada kaynar gider.
Bir kılıç ve silahın eksik olduğu bu kavgada, sen; bu olayın doğrusu nedir,
olayın aslını öğreneyim, bu olay suhuletle çözülmeye çalışılsın, taraflar
gerilimi düşürsün. Zira gerilimin kimseye faydası olmaz, demeye kalkarsan
mahallenin fedaileri karşı mahalleyi bırakır, tüm oklarını sana döndürür. Çünkü
mesele, senin bildiğin gibi değildir. Ayrıca sen onların niyetlerini, geçmişte
yaptıklarını bilmezsin. Ortada durmanın, doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin şimdi
hiç zamanı değil. Bu pozisyon, karşı tarafa şirin görünmektir, eziklik
alametidir ve taviz vermektir. Zaman kenetlenme zamanı ve onlara anladığı
dilden konuşmak ve yazmak gerekir.
Tartışmanın çıktığı asıl konu ve sorunu unutturan bu gerilim, bir başka
olay patlak verinceye kadar devam eder. Bundandır ki biz, hiçbir asıl meselemizi
çözemedik bugüne kadar.
Kangren olmuş birçok asıl meselemizi çözemeyişimizin temelinde, usule
riayet etmeyişimizin yattığını düşünüyorum. İsterseniz burada usul ve asıl ne
demektir, ona bakalım. Usul, "Bir amaca erişmek için izlenen, tutulan yol,
yöntem, tarz" iken asıl, "Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı,
kök, köken, kaynak, gerçeklik, esas, hakikat, gerçek, bir şeyin temelini
oluşturan, ana, başlıca, başta gelen" demektir. Kısaca bir şeyin anası ve
temeli, asıl iken asla giden yolu izlemeye de usul deniyor.
Hangisi daha önemli? Usul mü yoksa asıl mı? Her ne kadar önemli olan asıl
ise de usul de asıl kadar önemlidir. Hatta usul, asıldan daha önce
gelir. Çünkü asıla dair yapılan tartışmaların sonuçsuz kalmasının
temelinde, usule dikkat etmediğimiz, usulü ihmal ettiğimiz yatar. Nedense usulü
önemsemiyoruz. Halbuki menzile ulaşmak için izleyeceğimiz yol, çok önemlidir.
Bu yüzden “vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” denir. Bence bilgisi,
birikimi, statüsü ne olursa olsun; yol yordam, usul, adap ve had bilmeyenlerin,
bir şey yapacağım derken bir başka şeyi kıranların, bu ülkeye ve inandıkları
değerlere yapabilecekleri en büyük hizmet, asla dair söz söylememeleridir.
*23/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder