Ana içeriğe atla

Zina ve Fuhuş *

Bu yazımda zina ve fuhşa yer vereceğim. Zira zina ve fuhuş  insanlığın baş belası, toplumların kanayan yarasıdır. Toplumun en küçük yapıtaşı olan aile kavramının köküne dinamit koyan, onların dağılmasına sebebiyet veren, nesillerin sağlıklı gelmesinin ve gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.

Kökeni insanlık tarihi kadar eski olan, halen devam etmekte olan ve bundan sonra da hız kesmeden kah kapalı kapılar ardında kah alenen devam edecek olan fuhuş ve zina ile mücadelede, hangi yollar denenirse denensin, ne devletler ne toplumlar başarılı olabilmişlerdir. Zinayla ilgili din, bırakın zina yapmayı, “Zinaya yaklaşmayın. Zira o fuhşiyattır (hayasızlıktır) ve çok kötü bir yoldur” derken zinaya giden/götüren yolların bile yasaklanmasını ister. Yine Nahl, 90.ayet mealinde Allah, “…fuhşiyatı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar” buyurmaktadır. Kaynağını dinden alan ahlak da tasvip etmez fuhuş ve zinayı. Hakeza toplumun örf ve değerleri de fuhuş ve zinaya geçit vermez. Buna rağmen fuhuş ve zina, kesintiye uğramadan yoluna devam ediyor. Çünkü bu konuda ne dinin ne ahlakın ne de toplum örfünün bir yaptırımı vardır. Bunların tüm yaptırımı; haramdır, günahtır, ayıptır demek suretiyle bu işi kişinin vicdanına ve Allah korkusuna havale etmekten ibarettir. Bunlarla mücadele için çıkaracağı kanunla devlet, kolluk kuvvetleri aracılığıyla mücadele edebilir. Devletin de bu mücadelede çok başarılı olduğunu söyleyemem. Zira devlet nezdinde şikayet söz konusu olmadığı müddetçe zinanın bir cezası ve yaptırımı yoktur. Devlet, para karşılığı yapılan fuhuşla mücadele ediyor. Bunun da yaptırımı, caydırıcı olmadığı için zina kadar fuhuş da yapılmaya devam ediyor. Çünkü devlet, “Şurada fuhuş yapılıyor” şikayeti üzerine o eve bir baskın düzenlese veya fuhuş yapanı suçüstü yakalasa, ilgili kişi ve kişilere Kabahatler Kanununa göre para cezası yazıyor, geçip gidiyor. Fuhuş yapan da yaptığı bir fuhuştan kazandığı paradan daha azı olan bu cezayı ödeyip mesleğini icra etmeye devam ediyor. Gönüllü birliktelik diyebileceğimiz zinaya ise devlet zaten bir şey demiyor. Bu işi yapanlar veya yapanlara destek olanlar da yüksek sesle “Bizim özgürlüğümüze kim karışabilir” diyebiliyor. Hasılı işimiz zor. Zira ne yaparsak yapalım, bir çıkmazın içindeyiz.

Yazımın bundan sonraki kısmında fuhuş ve zina kavramları üzerinde duracağım. Çünkü bu iki kavram zaman zaman aynı anlamda kullanıldığı gibi bazen de birini diğerinin yerine kullanabiliyoruz. Bu iki kavramın ortak yönleri olsa da aralarında nüans olduğunu düşünüyorum.

TDK'ya göre fuhuş, "İçinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma; bir veya birkaç kişiyle para karşılığında cinsel ilişkide bulunma; taşkınlık, aşırı davranma", zina ise aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki” demektir.

Tanımlardan anladığıma göre bu iki kelimenin, evlilik bağı olmayan kişiler arasında, toplum kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma yönüyle aynı anlama geldiğini söyleyebiliriz. Biz buna kısaca gayrimeşru ilişki diyebiliriz. Bu iki kelime birbirine yakın olmakla beraber fuhuş kelimesinin ikinci anlamıyla ön plana çıktığını düşünüyorum. Her ne kadar İsra, 32.ayete göre zina, fuhuş olarak kabul edilirken devletin ve TDK’nın gözünde fuhuş denince “Bir veya birkaç kişiyle para karşılığı cinsel ilişkiye girme” anlaşılmaktadır. Hatta çoğu zaman TV’lerde “Fuhuş yapıldığı tespit edilen bir eve polis baskın yaptı” şeklinde haberlere rastlarız. Bu işi yapanlara da “Vücudunu satarak para kazanan kimse” anlamında fahişe diyebiliriz. Hayat kadınlarının yaptığını buna örnek olarak verebiliriz. TDK sözlüğünden hareketle, cinsel ilişkiyi para karşılığı yapma işine fuhuş, bir şikayet söz konusu olmaksızın gönüllü gayri meşru ilişkiye ise zina denir şeklinde anlayabiliriz. Buna göre her fuhuş zinadır ama her zina fuhuş değildir diyebiliriz.

Bu yazımda aynı zamanda fuhuş ve zina isnadına değinmek istiyordum. Görüyorum ki sayfam buna el vermeyecek. Çünkü fuhuş ve zina isnadı/iftirası birkaç cümle ile ifade edilecek bir durum değildir. Zinanın bu yönünü de nasip olursa bir başka yazımda ele almak isterim.

*06/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde