Ana içeriğe atla

Zina ve Fuhuş İsnadı *

Zina ve fuhuş isnadına geçmeden önce halvet konusunu kısaca açıklamak istiyorum. Sözlükte “Bir yerin boş olması, o yerde hiç kimsenin, hiçbir şeyin bulunmaması; yalnız kalma veya biriyle baş başa kalma” anlamlarına gelen halvet kelimesi dinî literatürde, aralarında nikâh bağı ve devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle -bir- kadının baş başa kalmasını, fıkıh terimi olarak sahih bir nikâhtan sonra karı kocanın, üçüncü bir kişinin izinsiz muttali (bir durum üzerine bilgi edinmek) olamayacağından emin bulundukları bir yerde cinsî birleşme olmaksızın baş başa kalmalarını ifade eder. (TDV An. Halvet, Orhan Çeker) Kısaca, evliliğinde sakınca olmayan iki karşıt cinsin, başkasının giremeyeceği bir yerde baş başa kalması demektir. “İzinsiz girilemeyen ev, oda, kapıları kapalı bahçe, çadır gibi yerler halvete mahal teşkil edebilir. Ancak mescitler, kapıları kapalı olmayan yerler, başkalarının geçebileceği açık alanlar, yollar, etrafı açık damlar halvete mahal olamaz. (TDV An. Halvet, Orhan Çeker)  İslam dini, “Zinaya yaklaşmayın…” ayeti gereğince zinaya giden yolları da yasaklar. Çünkü halvet de zina ortamını sağlayan ve zinaya giden yollardan biridir.

Adına ister zina ister fuhuş diyelim, her iki eylemin ortak yönü, bu eylemin üçüncü şahısların giremeyeceği ve göremeyeceği kapalı kapılar ardında yapılmış olmasıdır. Yani bir gizlilik ve insanlardan kaçınma durumu söz konusudur. Fuhuş veya zina; gözlerden ırak, gizli, kapaklı yerlerde yapıldığına göre o kimselerin zina yaptığına nasıl hükmedilir? Ki halvet durumu gerçekleşmiş olduğunda bazı sonuçlar ortaya çıksa da bu ayrıntıya girmek bizi konumuzdan uzaklaştırır. Sadece şu kadarını söyleyeyim şartları gerçekleşmiş bir halvet durumunda, taraflara zina yaptı isnadıyla had cezası uygulanmaz. Çünkü zina için bazı şartlar gerekiyor. Nedir bu şartlar?

-Zina yapan tarafların “Biz zina yaptık” itirafında bulunmaları.

-Karısının zina ettiğini iddia eden erkeğin, hakim huzurunda eşiyle birlikte lanetleşmesi. Buna liân denir. (Liân işlemine hâkim huzurunda önce koca başlar ve dört defa, “Allah’ı şahit tutarım ki ben zina isnadında doğru söylüyorum” der ve beşinci olarak da, “Eğer zina isnadında yalancı isem Allah’ın lâneti benim üzerime olsun” sözüyle yeminini tamamlar. Ardından kadın dört defa, “Allah’ı şahit tutarım ki kocam bana zina isnadında yalan söylemektedir” der ve beşinci olarak da, “Eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabı benim üzerime olsun” sözüyle liânı tamamlar… Liân işleminin tamamlanmasından sonra Ebû Hanîfe’ye göre hâkim eşleri birbirinden ayırır…” (TDV Ans. Liân)

-Bir kişiye zina isnadında bulunan kişinin dört şahit getirmesi gerekir. (Burada dikkatinizi çekerim: İslam, diğer hususlarda iki şahidin şahadetini yeterli görürken zina isnadında dört şahit şartı koşar.) Dört şahit aynı anda gelip “Bunlar zina yaptı” demeleri gerekiyor. Bu da yeterli değil. Bu dört şahidin, cinsel ilişki esnasında cinsel organların girip-çıktığını (Burada af edersiniz, konu iyice anlaşılsın diye böyle yazmak zorunda kaldım.) çıplak gözle görmeleri gerekir. Yoksa iftira etmiş olurlar ve kendilerine kazf (seksen sopa) cezası uygulanır, bir daha şahitlikleri kabul edilmez ve güvenilmez kişi muamelesi görürler.

-Bu şartlara, cinsel ilişkiye girenlerin kamera görüntülerinde ilişkiye girdiklerinin tespit edilmesi de eklenebilir.

Bu açıklamalar ve şartlar göz önüne alındığında, kişinin tek başına gördüğü ve suçüstü yakaladığı zina veya fuhuş, durum tespiti için yeterli değildir. Bu durumda kendi itirafları olmadığı müddetçe kişilerin, zina ettiğinin tespit edilmesi çok zor görünüyor. Durum bu iken “Şunlar zina yaptı…Şu kimseler, burada kalan kişiler, şuralarda zina ya da fuhuş yapıyorlar. Bunu gidin buranın komşularına sorun” demek ne derece doğrudur? Bu durum, İslam’ın zina tespit hassasiyetine sığar mı?

Bu demek değildir ki zina ve fuhşu ve bunu yapanları kendi haline bırakalım. Hayır, fuhuş ve zina ile mücadele edelim. Bu konuda yetkilileri, anne babaları ve toplumu göreve çağıralım. Onlara hassasiyetimizi dile getirelim. Gençleri bu konularda bilinçlendirelim. Elimizdeki imkanlar çerçevesinde gerekli tedbirleri alalım. Tüm bunları yaparken ve tehlikeye işaret ederken bir yerleri, bazı kesimleri töhmet altında bırakacak suçlamalardan kaçınalım. Çünkü bu tür suçlamalar, hassas ve ele alınması gereken bir konuyu konuşulmaz kılabileceği gibi zina edildiğini ve fuhuş yapıldığını ispatlayamadığımız takdirde, kendimiz müfteri durumuna düşebiliriz. Aman dikkat! Ava giderken avlanmayalım. Birilerini haber yapacağız derken kendimiz haber olmayalım.

Bu konuda söz söyleyeceklerin ve yazıp çizeceklerin İslam tarihinde ‘İfk Hadisesi’ olarak bilinen ve sebebi nüzulü Hz Ayşe olan Nur süresinin 11-20 ayetlerini bir daha okumalarında fayda var.

*08/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde