Ana içeriğe atla

Tekfircilik Hastalığımız *

Dini bir konuda genel kabul görmüş ve toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş konularda yeni bir fikir ve görüş serdetmek; geçmişte söylenmiş ve tozlu raflarda yerini almış şaz görüşleri dile getirmek, ben bu konuda şöyle düşünüyor ve bu görüşü tercih ediyorum demek, ateşle oynamak gibidir. Zira bu yol, akıllı ve zeki birinin takip edebileceği bir yol değildir. Başa gelebilecek tehlikeleri sezememek demektir. Kim ki bu yola girerse huzurunu, vücut ve akıl sağlığını kaybetmeyi, dışlanmayı ve linçe tabi tutulmayı göze alması gerekir.

Örnek, geçmiş ve tecrübelere dayanarak böyle birinin başına neler gelebilir, gözünüzün önüne bir getirin. Siz bunu yaparken ben, gözümün önünden geçenleri bir sıralayayım. Bu kişiye ne denir veya başına ne gelir?

 “Hadis ve sünnet düşmanı”, “sünnet ve hadisleri inkar ediyor”, “oryantalist ve şarkiyatçı”, “oryantalistlerin yerli olanı ve onların işbirlikçisi”, “bunun verdiği zararı İslam düşmanları vermemiştir”, “yaptığı, misyonerlikten başka bir şey değil”,

“Dini bozuyor”, “eski köye yeni âdet getiriyor”, “bunun dediğini niye daha önce bir başkası söylememiş? Reklamını yapmaya çalışıyor ve meşhur olmak istiyor”, “söylediğinin kime, ne faydası var?”,

 “Bu kişi, bu görüşüyle nasıl devlette görev yapabiliyor?”, “nasıl üniversitede çalışabiliyor? Çünkü gençlerin kafasını zehirliyor”, “Görevinden ihraç edilmesi gerekir”, “İstifası yeterli değil, unvanları da alınmalıdır”, “Türkiye gibi bir ülkede böyle bir şeyi nasıl söyler?”, “hakim ve savcılar, bu kişi hakkında harekete geçerek işlem yapmalıdırlar”, “Bu kişi, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor”, “Cami duvarına işiyor”, “zira yaptığı fikir ve inanç özgürlüğü değildir”,

“Bu sözüyle bu kişi, “sapık”, “sapıtmış”, “tırlatmış”, “birilerine yaranmaya çalışıyor. Dinde bunun yaptığı belamlıktır”, “kafir/mürtet olmuştur”, “şu sözü elfazı küfürdür”, “İslam dairesinden çıkmıştır”, “tövbe etmesi gerekir. Böyle yapmadan giderse kafir olarak gider”, vs gibi.

Bu yazdıklarım ve daha fazlası bu ülkede hatta sosyal medya aracılığıyla organize bir linçe tabi tutulması, hepimizin gördüğü sistematik ve olağan bir hal aldı. Tüm bu olup bitenlerden benim anladığım, “Bak, bu yoldan gidenlerin başına neler geliyor. Bunu gör ki aynı yoldan gitmeye kalkma. Bu durum senin de başına gelir. Aklın varsa görüşün sende kalsın. Yoksa…” anlamında aba altından başkasına sopa göstermektir.

Bu toplumun din anlayışını ve kafasını karıştıran yeni, farklı ve aykırı görüşlere hiç tepki vermeyelim mi? Tepki verilmeli elbet. Önce muhatabın ne dediğini, konuşmasının siyak ve sibakını da dikkate alarak tümden dinlemeli ve anlamaya çalışılmalı. Ardından, bu görüşe katılmadığımızı belirtebilir, hatta bu kişiyi bu görüşünden dolayı eleştirebilir, kınayabiliriz. Kendisine reddiye yazabilir, bu işin aslı ve doğrusu şöyledir ya da ben bu konuda şöyle düşünüyorum diyebiliriz. Tüm bunları yaparken yangına körükle gitmemek, belden aşağı vurmamak, o kişiyi hedef göstermemek ve bir linçe tabi tutmamak gerek. Bunu, bu konuda algı oluşturmadan ve oluşturulmak istenen algılara teslim olmadan, sıcağı sıcağına yapmalı. Konuşmanın ne zaman, hangi platformda yapıldığına dikkat etmeli. Eğer gündeme düşen ve bomba etkisi yaratan bir konuşma, eski bir konuşma ve bu konuşma bütün olarak değil de kesip kırpılarak servis edilmişse söz ve görüşten önce bu konuşmayı bu şekilde servis edenler, ne amaçlıyor diye düşünmek ve kafa yormak lazım. Çünkü birileri, bizi bize kırdırmak, gündem değiştirmek ve ardından tarafların oynayacağı tiyatroyu bir güzel seyretmek isteyebilir.

Tüm bunları yaparken kişiyi tekfir etmemeye özen göstermek gerek. Kişileri tekfir etmek, onları din dairesinden çıkarmak bu kadar kolay olmamalı. Kimsenin niyetini bilmediğimiz gibi kimin din dairesinde kalıp kalmadığı da bizim vazifemiz değil. Üstelik bu, tehlikeli suda balık avlamaya benzer ve bu yolun kimseye faydası olmaz. Allah kimseye tekfir mührünü vermiş değil. Unutmayalım ki bu din, Hıristiyan dünyasında uygulanan din gibi değildir. Kişi, İslam’a girerken kendisine ne belge verilir ne de İslam’dan çıkarken aforoz edilir. Bu yetki kimseye verilmemiştir. Ayrıca ne de çok seviyoruz insanları din dairesinden çıkarmayı. Halbuki asıl olan, insanları din dairesinde tutmaya çalışmak değil mi? Yoksa herkes cennete giderse bize yer kalmayacak diye mi endişe ediyoruz? Korkmayın, Allah’ın cennetinde herkese yer var. Yeter ki biz o cenneti hak edelim.

Hasılı bir konuda söyleyecek sözü olan bu işi kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, haddini bilerek ve kişi, aksini izhar etmediği müddetçe o kişiyi tekfir etmeden yapmalıdır. Unutmayalım ki kendi fikrine, inancına, düşüncesine güvenen, bu konuda söyleyecek sözü olan ve kendi gittiği yolun doğru olduğuna inanan kişi için başkalarının sapıklığı o kişiye zarar veremez. Yoksa kendi gittiğimiz yolun doğru olduğundan şüphemiz mi var?

Diyelim ki aykırı görüş serdedenler bir başkasını zehirliyorlar. O zaman bu tiplerin panzehiri sen ol. Ondan önce kitlelere sen ulaş. Bu konuda senin elini, kolunu, ağzını bağlayan mı var? Unutmayalım ki bu toplum, tezlere kulak verdiği kadar antitezlere de kulak verir. Yoksa hakaretten ve tekfircilikten başka elimizde malzememiz mi yok?

*18/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde