Ana içeriğe atla

Sosyal Medya Tetikçileri *

Yazılı ve görsel medyadan sonra hayatımıza hızlı bir şekilde giren sosyal medya, kalabalıklar arasında gittikçe yabancılaşan insanımız için bilgiyi ayağına getiren ve kişiyi gerçek hayattan koparmayan bir alemdir. Çünkü bu alemde kişiler, kendini farklı göstermeye çalışsa da bu alem, reel hayatın bir yansımasıdır. Etkisi ve gücü yönüyle yazılı ve görsel medyadan daha etkili ve tehlikeli. Eskiden dördüncü kuvvet kabul edilen yazılı ve görsel medya, tek düze yayım yapmaya başlayınca etkisini kaybetti. Bugün dördüncü kuvvet rolünü, bu alem yerine getiriyor dense yanlış olmaz.

Bilgi ve haberi ayağına getiren, yalnızken bile dünyada neler olup bittiğine ulaşabileceğin, otururken düşündüklerini yazıp paylaşabileceğin bu alemin, yerinde ve kıvamında kullanıldığı takdirde faydalı olabileceğini düşünüyorum. Zira kalabalıklar arasında gittikçe yalnızlaşan insanımız, bu alem aracılığıyla görüp yaşadıklarını aktarabiliyor, sevinç ve üzüntülü günlerini buradan duyurabiliyor, bir konudaki düşüncelerini paylaşabiliyor. Yine bir başkasının paylaşımlarından haberdar olabiliyor.

Peki, sosyal medyayı yerli yerinde kullanabiliyor muyuz? Maalesef buna evet diyemeyeceğim. Çünkü bu alem vasıtasıyla insanlar, görüşlerinden dolayı mimlenebiliyor, dışlanabiliyor, kara listeye alınabiliyor ve istenmeyen adam ilan edilebiliyor. Denetimsiz olduğu ve oturmuş etik kuralları olmadığı için bu alem dezenformasyon bilgilerle dolu. Bu bilgiler arasında doğru bilgiyi bulabilmek bir çaba ister. Algının ve karalamanın her türlüsü bu alemde pazarlanıyor. Her zihniyetin trolleri burada cirit atıyor. Üzerine atılan lekeyi temizlemek için kişinin çok fırın ekmeği yemesi gerekiyor.

Algı, karalama, trollük, bayat bilgilerin ısıtılıp ısıtılıp konmasının yanında bu alemde gittikçe prim yapan bir kesim daha ortaya çıktı. Ben buna tetikçilik diyorum. Maalesef bu alem tetikçilik yapanlarla dolu. Bu tipler, arkasına sığındıkları güç sayesinde kah devlet oluyor kah hakim kah savcı. Kendisi gibi düşünmeyenlerin kellesini istiyor. Bu tipleri bilirsiniz aslında. Bunlar, Emil Michel Cioran’ın "En vahşi zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar" dediği tipler. Arkasında bir güç yok iken korkusundan sesi soluğu çıkmayan, toplum ve devlet nezdinde bir özgül ağırlığı olmayan bu kişiler, bu alemde karton mücahitliği yapıyorlar. Aslında oynadıkları rol, korkusuz korkaklıktır. Canı çok kıymetli bu tipler, bir tehlike anında hemen sıvışıverirler. Bakmayın asıp kestiklerine. Tüm dertleri ya makamlarını korumak ya da bir makama kendilerini pazarlamaktır. Paylaşımlarıyla birilerine “Bakın, ben sizin için kelle koltukta mücadele ediyorum” mesajı veriyorlar.

Mahallesinin dışında bir kesimle oturup bir fikri mücadele vermeyen bu tiplerin özelliği, başka fikirlere kapalı olmalarıdır. Asla başka bir fikre tahammülleri yoktur. Çünkü hep körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlamışlardır. Özgürlük, hoşgörü ve fikir özgürlüğü onlar için sözüm ona ‘Ağzında pis sakızı çiğnemeye’ benzer. Nerede farklı bir görüş sahibi varsa hurra, üzerine çullanırlar. Meydanı boş buldukları için hakaretin her türlüsünü kendilerine mubah görürler. Çünkü muhatap bundan anlardı ve ona anladığı dilden cevap verilmeliydi. Nazik ve kibar davranmak, o kişiye cevap vermeye kalkmak hem korkaklık hem tavizdir onlar için.

Böyle ve daha fazlasını yapıyorlar. Büyükleri de kör ve sağır değiller ya, “Bu adam bize çok sadık, şunu değerlendirelim” diyor ve onu bir makama getiriyorlar. Doğrusu, hak etti de. Ne güzel yakışıyor, tetikçilikten sonra koltuk. Bu aşamadan sonra tetikçilik bitecek mi? Aynı hızla hatta dozajını artırarak devam etmeli ki daha büyük makamları hak edebilsin.

Bu tiplerin geldiği/getirildiği makamda gözüm yok. Bilirim ki bu tipler, yazdıklarıyla kalemlerinden kan damlatıyorlar. Kafa yapısı itibari İŞİT’den farklı değiller. Tek farkları, İŞİT, elinde silah, bomba ne varsa efendilerine hizmet babından yakıp yıkıyor ve öldürüyor. Sosyal medya mücahitleri de oturdukları yerden birilerine yaranmak için birilerinin biletini kesiyorlar.

Not: Ben bu yazıyı yazdıktan sonra yazıyı göndermeden önce sosyal medyada ne var ne yok diye bir göz attım. Kemal Öztürk’ün bu konuyu ele alan enfes yazısı önüme düştü. Bir solukta okudum. Okumanızı isterim: https://www.haberturk.com/yazarlar/kemal-ozturk/2893606-sagirlar-dovusu

*07/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde