Ana içeriğe atla

Linçin Kime Ne Faydası Var? *

Bu ülkede ne zaman din üzerinden bir tartışma yaşansa lise ve üniversitede okurken hocalarımızın sık sık dile getirdiği şu sözler aklıma gelir: “İslam tarihinde Allah’ın varlığı ve birliği dışında her şey tartışma konusudur. Bir konuda en az iki görüş olur. Bu da İslam’ın ve Müslümanların ne kadar hoşgörülü ve farklılıkları bünyesinde barındırdığına bir örnektir”, derlerdi. Gerçekten hocalarımın dediği gibi Müslümanlar arasında bir konuda farklı görüşleri savunan kişiler var. Müslümanların çok hoşgörülü olduğu konusuna gelince, maalesef bu konuda hocalarımız gibi düşünmüyorum. Zira geldiğim bu yaş ve yaşadığım tecrübeler gösterdi ki Müslümanlar arasında farklı fikirlere tahammül yok. Kim, bir konuda farklı bir fikir serdetse adamın ne dini kalıyor ne de imanı. Sanki elimizde kişilerin imanını ölçen bir alet veya mühür varmış gibi “Sen bu görüşünle kafir oldun”, diyerek kişileri durmadan damgalıyoruz. Bu da hoşgörüde sınıfta kaldığımızın bir göstergesidir. Meğer ne de çok seviyormuşuz kişileri İslam dairesi dışına çıkarmayı… Bu hükmü verirken de “Eğer tekfir ettiğimiz kişi kafir değilse kendimiz kafir oluruz” yargısını unutuyoruz. Çünkü kendimizden çok eminiz.

Hoşgörüsüzlüğümüze örnek vermek için çok uzağa gitmeye gerek yok. İstisnalarımız kaideyi bozmamakla beraber tahammülsüzlüğümüze en yakın ve en sıcak örnek Mustafa Öztürk’tür. Bildiğiniz gibi Kur’an’ın tarihselci yönü dendiği zaman bu ülkede Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Mustafa Öztürk akla gelir. Bu görüşünden dolayı zaman zaman Türkiye’nin gündemine oturur ve organize bir topluluk tarafından kendisine sosyal medya üzerinden tepki gösterilir. Tepkiler bir başka gündem, baskın çıkıncaya kadar devam eder. Gelen tepkiler “Bu görüşe katılmıyorum, Mustafa Bey bu konuda yanlış düşünüyor. Bunun doğrusu şudur…” şeklinde olsa hiç gam yemeyeceğim. Zira oluşturulan algı, yenilir yutulur cinsten değil. En son Aralık 2018 yılında, “tarihselciliği savunuyor” üzerinden gösterilen tepkiler üzerine "Ülkede çalışma imkânım kalmadığından en iyisi yurt dışında bir yerde görev yapmam gözüküyor” açıklaması da kendisine ait.

2018 yılında yapılanlar yeterli görülmemiş olmalı ki Mustafa Öztürk şimdi tekrar gündemde. Zira yıllar öncesinde bir dost grubunda yaptığı 40 dakikalık bir konuşmasından, 3 dakikalık bir kısmı servis edilmiş durumda. Videonun tamamını izlediğimde Öztürk, “Kur’an’ın lafzen Allah’a ait bir kelam olamayacağını, şayet böyle olsaydı Kur’an’da geçen birçok ifadenin her şeyden münezzeh kıldığımız Allah’a yakışmayacağını, ayetlerin olsa olsa manen Allah’a ait olabileceğini, Hz Muhammed’in Allah’tan aldığı vahyi kelimesi kelimesine aktarmadığını, kendi ifadeleriyle halkına aktardığını” iddia ediyor. İddia edilen bu tez ilk defa Öztürk tarafından ortaya atılmış bir tez değil. Zira İslam tarihinde, baskın görüşe göre şaz kalsa da bu görüş daha önce ifade edilmiş.

Öztürk’ün iddiasının içeriğine girmeyeceğim. Zira bu konuda kendimi yeterli görmem. Bu işi, bu işin uzmanları yapacak. Onlar, iddia sahibinin iddiasını çürütecek delillerle Sayın Öztürk’e cevap vermelidirler. Ki olması gereken de budur. Dışlamanın, asıp kesmenin, din dışına itmenin, bu konudan hareketle ilgili kişiyi bir linçe tabi tutmanın kimseye, özellikle dine ve Müslümanlara faydası yoktur.

Yazımı sonlandırırken şunu da ifade etmek istiyorum. Benim de içinde bulunduğum büyük çoğunluk, Kur’an’ın hem lafzen hem manen Allah kelamı olduğuna inanıyoruz. Sayın Öztürk bu konuşmayı yapar yapmaz sıcağı sıcağına bir tepki gösterilse olabilir diyeceğim. Ama konuşma yıllar önce yapılmış ve bugün servis ediliyor. Üstelik konuşmanın tamamı değil, bir kısmı dolaşıma verilmiş. Sanki birileri, “Alın size uğraşacağınız bir konu. Birbirinizi yiyin…” der gibi. Unutmayalım ki Müslümanlar bu tür linçten ve algılardan çok çekti. Birilerinin ekmeğine yağ sürmeyelim, birbirimize girmeyelim. Zira Müslüman, bir deliğe ikinci defa girmez. Aman dikkat!

*05/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde