Ana içeriğe atla

Sanmayın ki Sadece Kadınların Beyanı Esas

Cuma namazını ilahiyat camiinde kıldıktan sonra baktım ki herkes cümbür cemaat dışarıda. Bari biraz yürüyüş yapayım dedim. Kolumda seccade, verdim kendimi caddelerin kaldırımlarına. Yollarda beni tek durduran ne kısmi kapanmalarda ne de adına tam kapanma denilen tam açılmalarda, hareket halindeki araçlardan başkası değildi. Maşallah bayramda da hız kesmedi araç trafiği.

Marketler açık. Kimi alışverişe gidiyor kimi kolunda seccade olduğuna göre camiden çıkmış yürüyor kimi de yanında çocuğu ya da arkadaşıyla birlikte parktaki banklara oturmuş nefesleniyor. Bu arada eline külah dondurma almış, yalayanlar da eksik değil.

Ara ara aracından anons eden polisin tek yaptığı, parklarda bir başına ve çocuğuyla birlikte oturanları, sokağa çıkma yasağı olduğunu, ikametlerine geçmeleri yoksa ceza yazılacağı uyarısıydı. Doğrusu, ne uyarıya kulak veren vardı ne de gereğini yapan.

Parkta iki tur attıktan sonra Çolak Hoca Camiinin önünden Ali Kemal Sivaslı Caddesine çıktım. Dört yolu geçer geçmez Nargross'un önünde biri polis diğeri gece bekçisi iki görevlinin, ışıktan kalkan araçları durdurup kontrol ettiğini gördüm. Kontrol noktası garibime gitti. Zira kontrol noktasını diğer üç yolda ışıkta durmuş sürücülerin görmemesi mümkün değil. Araç sürme ve dışarıya çıkma izin belgesi olmayan bir sürücünün, kontrol noktasını gördükten sonra sağa-sola yönelme imkanı varken polise doğru düz gitmesi olacak şey değildi. Bu durumda polisin dur işaretine ancak belgesi olanlar uyabilirdi. Bu durumda nasıl bir kontrol yapılabilirdi? Merak ettim, yolun karşısında oyalanmaya koyuldum. Bir beş dakika kadar durdum. Tek tük gelen araçları görevliler durduruyor. Sürücü camı indiriyor. Görevli ile sürücü kendi arasında bir diyalog geçiyor. Uzakta olduğum için ne konuştuklarını işitemiyorum. Ardından sürücü yoluna devam ediyor. Ne zor durumda kalan sürücü vardı ne ceza yiyen. Gelen geçti. Sağa sola dönüp giden gitti. Doğrusu ne belge gösterildi ne de belge gösteremeyene görevlilerin ceza yazacağı elinde evrak vardı. Polis demek istiyor ki ben buradayım. Kontrol yapıyorum. Belgen varsa bana doğru gel. Belgen yoksa yolun sağı solu senin. Oradan geç git. 

Hasılı kontrol noktasının seçilmesinden, yapılan kontrolden, diğer yollardan geçen sürücüler için bir kontrolün olmadığından ve ceza yiyen sürücünün olmadığından anladığım, dostlar alışverişte görsün türünden bir kontroldü. Belgesi olup göstermeye kalkan sürücünün belgesine de bakılmadı. Sürücü ister kadın ister erkek ister ehliyetli olsun veya olmasın, herkes beyanına göre geçip gitti. Buna çok sevindim. Çünkü ben sanırdım ki tek beyanı esas olan kadının beyanıydı. Demek ki 6284 sayılı kanun üzerinden koparılan fırtına yersiz bir fırtınaymış. Bu beyan esasını görünce ülkeye güven gelmiş de benim haberim yokmuş dedim.

Burada merakıma giden bir hususa değinmek istiyorum. Tam kapanma döneminde kimlerin aracıyla birlikte dışarıya çıkabileceği tek tek açıklandı. Bu dönemde bu insanlar da bu imtiyazdan faydalandılar. Helali hoş olsun. Yollar onların. Benim anlamadığım, bayramda da mı bu imtiyaz devam etti? Diyelim ki sağlık çalışanları işe gidip geliyorlar. Gıda üzerine çalışanlar işyerlerini sabahtan açtılar. Akşam da dönecekler. Öğle vakti tüm caddelerde hareket eden bu araçlar neyin nesi? Benim anlamakta zorlandığım nokta da burası.

Elimde bir istatistik yok ama yollarda hareket eden bu araç sürücülerinin çoğunun izin belgesi yok. Çoğu sürücü, hangi kavşaklarda kontrolün yapıldığını biliyor ve sabah-akşam aracından inmeden yolların hakimi olmaya devam ediyor. Doğrusu bunlar hiç yasaktan nasibini almadı ve bayram ziyaretinden hiç ödün vermedi. Devletin aldığı bu kurala uyan insanımızın sayısı da bir elin parmağını geçmiyor.

Merak ettiğim, uygulayamayacağı kuralı devlet niçin koyar? Haydi koydu diyelim, niçin adam gibi denetimini ve gereğini yapmaz? Anladım ki bu ülke, kurallar içerisinde kuralsızlığıyla bir bütün. Az sayıdaki bu ülke insanının suçu da kurallara harfiyen uymaya çalışmasıdır.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde