Ana içeriğe atla

Uzun Kornanın Türkçesi *

Geçen yılın martından beri bir açılıp bir kapanma diyebileceğimiz kısmi kapanmayı bolca yaşadık. Cuma gününden beri de tam kapanmayı yaşıyoruz. Kısmi ile tam kapanmayı tam anlayamasam da tam kapanmanın kısmiye göre daha uzuncası olduğunu yaşaya yaşaya öğreniyoruz. Halbuki ben tam kapanma ile bir kapanacağız pir çıkacağız sanmıştım. Öyle değilmiş meğer. Yine herkes dışarıda, yine bazı yerlerde arabaları durduran polis kontrol noktaları var. Işıklarda bekleyen ve yollarda hareket halindeki araçları görünce normal günlerden bir gün gibi geliyor bana. Çünkü benim aracın dışındaki tüm araçların, araçla çıkış izni var gibi geliyor bana. Ne de çok muaf kişi varmış meğer. Hoş hem kısmi hem de tam kapanmada yürüyüş mesafesi denilen her yerde alışveriş bahanesiyle insanımızın çoğunun kendini dışarıya attığı bir ortamda, araca binmenin yasaklanmasının mantığını da çok kavramış değilim. Kontrol için sabahtan akşama görev yapan polislere yazık. Gören de virüsü insanlar değil, arabalar yayıyor sanır. Amaç, eş-dost ziyaretinin önüne geçmek ise yolunu bulan buluyor zaten. Burada amaç sadece benim ziyaret etmem engellenmek isteniyorsa hakkını yemeyelim, bunda amaç hasıl oluyor. Hasılı, devlet bu konuda başarılı. Neyse konum ne kısmi ne tam kapanma ne de araçlara getirilen kısıtlılık değildi. Şimdi geleyim sadede.

Tam kısıtlılığın uygulandığı cumartesi günü hem günlük rutin yürüyüşümü yapayım hem ekmeğimi alayım hem de bir iki kalem market alışverişi yapayım diye 14.00 sularında evden çıktım. Tenha sokak ve caddeleri izleyerek yürüyüşümü yaptım. Markete girip çıktım. Saat  16.00 suları evimin yolunu tuttum. Karşı caddeden evime doğru geçmeye yeltendiğimde, 300 metre uzaktan ışıktan yeni kalkmış bir aracın, iki şeritli yolun sağından geldiğini gördüm. Hem kendi hızımı hem de yolum üzeri gelmekte olan aracın hızını ölçtüm. Bu araç gelinceye kadar ben bölünmüş yolun orta refüjüne geçerim dedim. Geçmeye yeltenmemle beraber bana doğru gelmekte olan aracın insan evladı sahibi, "Geçme, gözün kör mü? Bak ben geliyorum" dercesine uzun uzun kornaya basmaya başladı. Başımdan kaynar sular boşandı ama hiç istifimi bozmadan, geri çekilmeden ve geçiş hızımda bir değişiklik yapmadan yürüyüşüme devam ettim. Ben yürüdükçe iyi aile evladı, Allah ne verdiyse kornasına basmaya ve geldiği hızdan daha hızla gaza basmaya başladı. Orta refüje geldiğimde bu hasta ruhlu adamın derdi nedir diye sol tarafa baktım. Sağdan gelmekte olan bu araç gelmekte olduğu şeridini değiştirerek ikinci yani son şeride yani benim geçmekte olduğum şeride geçmiş, hızından bir şey kaybetmeden ve ayağını gazdan çekmeden ben orta refüjde iken geçti. Sol eli direksiyonda olan bu mahlukun sol eli ne mi yapıyordu? Armut toplamıyordu elbet. Elini kaldırmadan kornaya basmaya devam ediyordu. Çatmıştım belaya bu vakitte. Bu adam kimin nesidir dercesine giden araca o değilden baktım. Ben bakınca beni dikiz aynasından takip eden yolun tek hakimi sürücü, ayağını gazdan çekti ve yavaşladı. Ne oluyor, derdin ne, tabakhaneye mi yetişeceksin dercesine elimi kalırsam, kafamı sallasam, inanın ki aracını durdurup aracından inecek ve aracının torpido gözünde tuttuğu bıçakla veya koltuğunun altında kötü günler için sakladığı balta veya kürek sapıyla yanıma gelecek. Sonrasını anlatmama gerek var mı? Zira gözü dönmüş ve kırmızı görmüş boğa görünümü veren bu hasta ruhlu insanın canıma kastetmemesi hiçten bile değildi. Bereket, kendime hakim oldum, efendiliğimi hiç bozmadım. Efendilik bende kaldı ama uzun ve acı acı basılan korna ile kendim ve sülalemin yemediği küfür kalmadı. Çünkü bizde uzun korna ile küfür kastedilir. Böylece bizim insan evladı oruç ise ona bir güzel iftariyelik hazırlamış oldum. Aslında ezanı beklemeden de orucunu açabilir. Zira akşama kadar oruçlu kalmasına gerek yoktu.

Burada, kardeşim, adamın hızını niye kestin diyebilirsiniz. Vallahi, billahi hızını kesmedim. Biraz da olsa hızını kessem ya da Avrupa’da yayanın önceliği var, yaya adımını attı mı araç durmalı zihniyetini taşısam, adam bana sinirlenmekte haklı diyeceğim. Çünkü burası Türkiye. Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi inanın hızını kesmediğim gibi hızını artırmaya ve gelmekte olduğu şeridini değiştirmeye sebep oldum. Bu da kişinin nasıl bir kişilik ve hangi haletiruhiyede olduğunu gösteriyor. Maalesef bu tiplerin sayısı trafikte az değil. Direksiyona geçti mi kendisini yolların tek hakimi gören sürücülerin sayısı az değil bu ülkede. Yazıklar olsun, ne oldum budalası olan bu tiplere. Bu tiplerin seviyesine inmediğim için Rabbime şükürler olsun. Temennim, bu tip öküzlerin sayısının trafikte soyunun tükenmesi. Hala da üremeye devam edenler ve yollarda öküzlük yapmaya devam ederlerse hazır dört ayaklı öküzler tükenmişken nostalji olsun diye bu iki ayaklı öküzleri çifte sürmek lazım. Böylece gazları alınmış ve memlekete hayırlı bir iş yapmış olurlar. Bu arada beyefendi öküzün geride bıraktığı bir şey var. Emanetini ona vermesem olmaz. O bıraktığını kendisine aynen iade ediyorum.

Başımdan geçen bu olayı anlattım. Zira bu tipler bu ülkeden geçerken birilerinin içimizde bıraktıklarıdır. Bugün bana, yarın size denk gelebilirler. Bu tiplerin sinirlerinin tavan yapmasını istiyorsanız, onları asla muhatap almayın. Çünkü muhatap alınca kendilerini bir şey sanırlar. Siz tepki vermedikçe onlar kahrından ve sinirinden kendi kendilerini paralarlar. Beş para etmez, mide bulandıran egolarını üzerinize boşaltmasına izin vermeyin, beyefendi kişiliğinizi bozmayın. Herkes ve bu tipler kalıbına göre iş yapar. Bu tiplerin canları cehenneme... 

*05/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde