Ana içeriğe atla

Zekat ve Yardım Fonu *

"İyilik yap, denize at, balık bilmezse Haluk bilir",

"Ne verirsen elinle, o gider seninle",

"Veren el, alan elden üstündür",

"Komşusu açken tok yatan bizden değildir"... 

Yukarıda iyilik ve yardımlaşma ile ilgili hepimizin bildiği bazı atasözlerine ve hadisi şeriflere yer verdim. Bu konuda çokça atasözü, hadis ve ayetlere yer vermek de mümkün. Çünkü İslam ve Türkiye toplumu denince yardımseverlik akla gelir. Bu bizim hem dini hem de insani görevlerimiz arasındadır. Hiçbir konuda eşit olmayan insanımızın mali yönden de eşit olmadığı bu hayatın bir gerçeği. Bir toplumda ekonomik gücü yeterli olmayanlarla durumu iyi olanlar birlikte yaşıyorlar. Olan verecek, ihtiyacı olan da alacak. Sosyal denge bir nebze de olsa bu şekilde sağlanmış oluyor. Öyle zannediyorum, yardım yapacak gücü olanlar yardımlarını yerinde, zamanında ve planlı bir şekilde yaptıkları takdirde o toplumda ihtiyacı olanlar da düzgün bir şekilde hayatlarını idame ettirebilirler. Zenginle fakir arasında uçurumun gitgide açıldığına göre demek ki yardım konusunda ya plansız olduğumuz ya yeterince vermediğimiz ya da dağıtım şeklinde bir problem olduğu ortaya çıkıyor ya da başka bir şeyler var. 

İslam dininde adına zekat, sadaka, infak ne dersek diyelim, tüm bu emir ve tavsiyelerin geri planında zenginin, ihtiyaç sahibine vermesi, alan fakirin de bir müddet sonra yardım yapacak duruma gelmesi murat edilmektedir. Gördüğüm kadarıyla her daim zengin vermeye, fakir de almaya devam ediyor. O zaman bu yardımlaşma şeklinde bir eksiklik söz konusu. Ülkedeki yardım toplayan kuruluşların çokluğu ve çeşitliliğine rağmen ihtiyacım var diye resmi kurum ve yardım kuruluşlarının kapısını çalan fakir sayısı eksilmiyor ve her geçen gün artıyor. Gününde gelmese de sürekli yardımla beslenen insanımızın sayısı çok. Sadaka ülkesi görünümü ortaya çıkıyor.

Burada istiyorum ki bu ülkedeki yardım toplama ve yardım alma konusu bir masaya yatırılsın ve fakir sayısı azaltılsın. Toplanan yardımlar karın doyurmanın, öğün savmanın, günü kurtarmanın ötesine geçsin ve bir proje geliştirilsin.

Bu konuda nasıl bir proje geliştirilebilir? Bunun üzerine kafa yormaya çalışacağım. Öncelikle yardım kuruluşlarının bir haritası ortaya çıkarılsın. Aynı amaca hizmet eden belediyeler ve kaymakamlıklar bünyesinde faaliyet yürüten yardım kuruluşları da ele alınsın. Ülkedeki çalışabilir ama işsiz ve çalışacak gücü olmayan ve yardıma muhtaç fakirler tespit edilsin. Kamu dahil tüm yardım kuruluşları zekat/yardım fonu adı altında tek çatıda birleştirilsin. Buranın yönetimine yedi emin dediğimiz, herkese güven veren yeterince yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri belirlensin. Belirlenen kıstaslara göre yardım yapacaklar makbuz karşılığı bu fona yardımlarını yapsın. Toplanan yardımların belli bir oranı, belli bir süre, her yıl öncelik sırasına göre fakirlere aylık nakdi olarak makbuz karşılığı dağıtılsın. Yani iyi ve anlaşılabilir bir gelir ve gider tutulsun. Fon her yıl gelir ve gider yönünden sıfırlanmasın. Yani gelirin bir kısmı fonda tutulsun. Buna yedek akçe diyebiliriz. Fondaki bu para için de bir proje üretmek lazım. Belki bu para gelir getirecek yerlerde değerlendirilebilir. İşsiz ama çalışabilir ve üretebilir fakirlere faizsiz kredi olarak verilebilir. Bu fakir işini kurup kazanmaya başladıkça karının belli bir yüzdesini fona geri öder. Bu fon gerekirse bu fakire iş bulur. İş bulduğu veya iş kurduğu fakir bir müddet sonra zekatını bu fona vermeye başlar. Fon bu şekilde çalışarak fakir sayısını azaltabilir. Giderek sadece engelli, kronik hasta ve yaşlı insanlara rutin yardıma dönüşür.

Burada bu işe nasıl başlanacak, hani para, bunu döndürmek için biraz sermaye gerekebilir denebilir. İnanın belediyelerin sosyal belediyecilik ve kaymakamlıkların Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma adı altında kendilerine aktarılan bütçe ile bu işe başlanabilir. Buralarda az para dönmüyor. Fakire verirken de fakirin araştırılması, üzerinde bir şey olup olmamasına bakılıyor. Öyle zannediyorum, çok da sağlıklı işlemiyor. Belediye ve kaymakamlık fonlarıyla birlikte başlangıçta sermaye sıkıntısı çekilmediği gibi ülkedeki tüm yardımlar da tek elden yöneltilmiş olur. 

*05/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde