Ana içeriğe atla

Yüzleşme *

"Bir hususta söylenenleri veya olanları yüz yüze gelip birbirine tekrarlamaya" yüzleşme deniyor. Aslında pek hoşumuza gitmese de insanın hayatı boyunca yaşadığı, kırıp döktüğü, yaptığı, yapma imkanı olduğu halde yapmadığı veya yapamadığı, yaşadığı inancı, siyasi görüşü, hâsılı yaşadığı hayatın her anı ile yani geçmişi ile yüzleşmesi gerekir ki yaşamakta olduğu geri kalan hayatına ışık olsun. Çünkü geçmiş hatasıyla sevabıyla geçmiştir ve hepsi birer tecrübedir. Bu tecrübe ile yüzleşilmeli ki yaşayacağımız geri kalan hayatta ayaklarımız yere sağlam bassın.

Geçmişle yüzleşmek demek, tüm geçmiş hata ve yanlışlarla dolu anlamına gelmez. Bu yüzleşmede hatalar varsa yeni yol haritasında bu hatalardan vazgeçilir, doğru yapılmışsa bu yolda devam etmeliyim hatta bunu daha da geliştirmeliyim denir. Bu şekil bir yüzleşme ayıp bir şey değil hatta erdemlice bir harekettir. Kişiyi hayatın geri kalan kısmında iyice pişirir, daha da geliştirir ve olgunlaştırır. Kişinin cesaretini ve kendisine güvenini gösterir. Hayatı dert edinmektir bu. Hatalarından ders çıkartır insana. Bu, bir aracın motorunun rektifiye etmek gibi bir şeydir, yenilenmedir ve olumlu yönde değişmesidir.

İnsan olup da hata yapmayanımız var mı? Ne mümkün. Hatasız kul olur mu hiç. Önemli olan hatada ısrarcı olmamaktır. Bakmayın siz, bazılarının geçmişime dair yaptığım bir hatam yoktur. Bugün olsa aynısını yapardım dediğine. Bu tipler geçmişiyle yüzleşmekten korkanlardır ve kendilerine özgüvenleri yoktur. Yenileşme ve değişime karşı ve kapalıdırlar. Vücut bile biyolojik yasa gereği doğuyor, büyüyor ve gelişiyor. Nedense bu tipler bulundukları yerde bir arpa boyu yol almadan kalmaya devam ediyorlar. Bunlar, kendileri değişmediği gibi toplumun değişmesinin önündeki en büyük engel olan kişilerdir. Güya mevcudu korumayı bir marifet ve erdem sayarlar.

Kişilerin kendi kendine yüzleşmesi gerektiği gibi aynı şekilde devletin, devleti yöneten siyasi iktidarların, iktidara yürümek isteyenlerin, dini grupların ve tüm yapıların, yaptıkları ve yapamadıklarıyla yüzleşmeleri gerekir. Çünkü bu dünyaya dair uzun soluklu söz söyleyebilmeleri, sözlerinin dinlenir olmaları ve bulundukları yerde tutunmaları ve mevcut konumlarını daha da ileriye taşımaları, yaptıkları ve yapamadıklarıyla yüzleşmelerini gerektirir. Kim bunu yaparsa yerinde saymaz, toplumda daima bir karşılığı olur ve geleceğe dair söyleyecek sözleri ve yapacakları plan ve programları olduğunu gösterir ve toplumun önünden giderler. Bunu yapmadıkları takdirde, sürekli kendilerini tekrarlamaya başlarlar. Bol tekrarla işi kotarmaya çalışırlar. Aslında bu, onlar için sonun başlangıcıdır. Önce duraklarlar, ardından gerilemeye doğru giderler. Geriledikçe nerede hata yapıyoruz diyecekleri yerde hırçınlaşmaya başlarlar ve güvenlikçi politika izlemeye kalkarlar. Asla eleştiriye gelmezler. Niye gelsinler ki. Çünkü kendisiyle yüzleşmeyenler eleştiriye gelebilirler mi? Değil eleştiriye, eleştirinin yapıcı olanına bile tahammül etmezler ve her eleştireni düşman bellerler. Aslında bu görüntü, kaybetmeye doğru gittiklerini kendileri de biliyor ama gerçekle yüzleşmek istemedikleri için burunlarından kıl aldırmamaya devam ederler. Kaybettikleri zaman da nerede hata yaptık diyecekleri yerde kendilerinden başka herkesi suçlama yoluna giderler.

Anlatmaya çalıştığım bu durum, özellikle Türkiye siyasetinin yabancısı olmadığı bir durumdur ve bu durum nice siyasi partiye mezar olmuştur. Hâlbuki halkta karşılığı olan ve bir tabanı olan hareketler birazcık kendileriyle yüzleşme yoluna gitseler, küllerinden yeniden doğarlar ve ülke siyasetinde var olmaya devam ederler.

*26/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde