Ana içeriğe atla

Şöhretin Yolunu Kaçırmışım

Hayatım boyunca hangisi ve neresi olursa olsun, bir koltuk peşinde koştuğumu beni bilenler iyi bilir. Zira bu uğurda az çaba sarf etmedim. Tüm bu çabadan maksadım meşhur olmaktı, Türkiye gündemine oturmaktı. Herkes benden bahsetmeliydi. Uğruna yarım asır verdim. Geldiğim noktada üstlendiğim koltuk, bir Yalova Kaymakamlığı mesabesinde bile değil. Üstelik bir şöhretim ve tanınırlığım da yok. 

Şansım ve bahtım mı açık değil? Ne münasebet! Hiç olmadığı kadar bahtım açık üstelik. Nerede getirisi olmayan bir iş olduğunda, iş kuraya kaldığında hep bana çıktı. Bu da bahtımın açık olduğuna bir delil. 

Durum bu iken acaba bir yerlerde yanlış yapmış olabilir miyim, deyip kendimle yüzleşince gördüm ki bir stratejik hata yaptığım gün gibi aşikar. Hatamın tek ata oynamak olduğunu anladım. Yani hep koltuk peşinde koşmuşum. Sanmışım ki meşhur olmak için koltuk yeterli. Gördüm ki çok sığ düşünmüşüm. Halbuki illa meşhur olmak için bir koltuk sahibi olmam gerekmiyormuş. Üstelik koltuğuna yapışmış nice koltuk sahipleri vardır ki bir şöhrete de sahip değiller. Çoğu binlerce kişiden biri. Pekala koltuk dışında başka şöhret alanlarına yönelebilirmişim. Mesela, yeraltı dünyasından biri olabilirdim. Bir tanındım mi, ismimin önünde bir unvana bile gerek yoktu. Ramazan Yüce dendi mi, kimse hangi Ramazan Yüce demezdi. Herkes ya bizim Ramazan ya da meşhur şu Ramazan derdi. 

Siyasetle aram iyi olur, içeri girersem, beni infaz yasası gibi bir vesileyle kurtarırlardı. Üstelik bir avukat gibi ne yaparsam ne kadar ceza alırdım, bunları da bilirdim. Siyasetle direk bağım olmasa da bu bağı bazı gazeteciler aracılığıyla sağlardım. 

Bir elim yağda diğeri bağda olacak şekilde yeraltı dünyasının bir insanı olarak yerüstünde yaşardım. Her türlü karanlık işin içinde olurdum ama kimse ne iş yaptığımı bilmezdi. İlla işim belli olacaksa formaliteden bir işle iştigal eder, saygın bir iş adamı görünümü de verebilirdim. 

Burada beni çekemeyen siz bazı takipçiler, bu iş senin bildiğin ve göründüğü gibi değil, mesela eroin ve kokain kaçakçılığı yapabilir misin, adam öldürebilir ya da topuğuna sıkabilir misin diyebilir. Zor görünse de bu işler denemeden olmaz. Ayrıca unutmayın ki ummadık taş baş yarar. Siz elime silah verdiniz, beni koruyup kollayacağınıza dair söz ve garanti verdiniz de ben olmaz mı dedim. Üstelik bu işlerde ben kendimi ateşe atmayacaktım, hep maşa kullanacaktım. Öyleleriyle çalışacaktım ki kamuoyu okları bana çevirmişken adamım, suçu bilfiil kendisinin işlediğini, azmettiricisinin ben olmadığımı söyleyecekti. Ne ben onu ne de o beni satardı. O içeriye girince onu ve ailesine bakardım. Biz buna vefa diyoruz. 

Baktım, işler sarpa sarmaya başlayınca bir vesileyle yurt dışına kendimi atardım. Bir o ülkeden bir bu ülkeden seslenirdim ülkeme. Düşünebiliyor musunuz kırmızı bültenle aranacaktım. Herkes benim nerede olduğumu merak ederken ve TV'lerde benden bahsederken benim için en büyük zorluğun video çekimi olacağını, bu işi nasıl yapacağımı merak ederseniz, bilin ki bu işler benim için çocuk oyuncağı. Bir çocuğu çağırsam benim için video çekimi yapar ve yayına verirdi. Üstelik Zoom üzerinden canlı ders ve toplantı yapmış biri olarak bu konuda çok da acemi olduğum söylenemez. 

Hasılı, siz şimdi günbegün, akşam sabah benle yatar, benle kalkar, çektiğim videoların analizini yapmaya çalışırdınız. Ben de uzaktan size kıs kıs güler, haydi ayıklayın şimdi pirincin taşını derdim. Bu arada beni bu duruma düşürenlere ve buna fırsat verenlere biraz da siz düşünün, derdim. Bu arada ebed müddet devlete de bağlılığımı bildirirdim. 

Alın size meşhurluk... Vah kafam vah! Yanlış ve tek ara oynamışım maalesef. 

Şimdi siz, bu yeraltı dünyasının adamı olmayı ve bu unvanı adıma yakıştıramayacağınızı düşüne durun. Sordum mu size bu işler bana yakıştı mı diye? Vazifeniz mi sonra? Ayrıca herkes kendine yakışanı mı yapıyor bu ülkede? Bırakın ben de meşhur olma, gündeme gelme uğruna yapayım bunu. Hem söz, ramazanlarda ara veririm bu karanlık işlere. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde