Ana içeriğe atla

Bir Sakalım Eksik Bir de Nargilem

-6 yıldır “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir” misali kendi çapımda köşe yazarlığı yapıyorum. Ekonomi, siyasi, sosyal, dini, eğitim, ahlak, gündem vs hemen hemen her konuda yazıp çizdim. Yüz yüze görüştüğüm takipçilerim nezaketen iyi yazdığımı söylerler ama arkamdan ne konuşurlar bilmem. Yaptığım bu yazarlıkla yazma konusunda kendinde cesaret bulamayanlara “Bu yazıyorsa, biz hayli hayli yazarız” morali verdiğimi ve onları cesaretlendirdiğimi de düşünüyorum.

-6 yılı aşkın bir süredir "dilinkemigiyok. blogspot.com" isimli bir blogum var. Her telden yazıyorum.

-Facebook yazarlığımın geçmişi daha eski.

-Günübirlik sosyal medyayı kullanıyorum.

Yani medyanın içindeyim.

Eksikliğim yok mu? Olmaz olur mu? Mesela,

-Bir televizyon kanalına ve tartışma programlarına çıkmışlığım yok. Ama durun! İşsizlik rakamları açıklandığında bir mikrofon uzatılmış ve ne dersiniz, denmişti. İzleyenler, sizi falan kanalda konuşurken gördük dediler, hem de kaç kişi birden.

-Yer altı ve yerüstü kişilere sırtımı dayayabileceğim, şöyle senli-benli konuşmalar yapabileceğim bir yakınlığım, bir dostluğum, bir ağabey-kardeş ilişkim yok ama bu, bunları yapamayacağım anlamına gelmez.

-Neyse kendi halinde biriyim dense yeridir.

Durum bu iken anlayamadığım;

-Niçin ünlü birileri, gazeteci görünümlü kimliğimle youtube üzerinden benimle konuşmaz? Neden ben ona abi, o bana dostum demez? Halbuki neyim eksik benim başkasından? Yukarıda anlattım. Gazetecilikse var. Daha ne?

-Sonra niçin beni arabulucu olarak tayin etmezler? Halbuki nice araları bozuk olanların arasına girdim. Sonuç, aralarında ben kaldım. Bütün sıkıntıları ben göğüsledim. Bugüne kadar kimsenin arasını bulamadıysam da en azından arabozucu olmuşumdur. Başkası sanki hep ara mı bulmuştur? Buna rağmen niçin beni değil de başkalarını tercih ediyorlar?

-Niçin başkalarıyla bir youtube üzerinden senli benli konuşamıyorum. Halbuki laubaliliğin her türlüsünü yapar. Gerekirse haklısın demeyi de bilirim.

-Tamam, herhangi meşhur ve güçlü birilerini bugüne kadar savunmadım ama bana, beni ya da bizi savunun dediler ve gereğini yaptılar da ben yapmam mı dedim?

-Ailede benden başka gazeteci yoksa da ikiz çocuğum var.

Hasılı, düşünüyorum, neden ben değil de başkası diye. Nedir sebebi diye kendimi iki gündür zorluyorum. Yanımda yoksunuz ki sebebi şu diyesiniz. Ama Allah muhtaç etmesin, sebebini kendim bulacağım.

Buldum galiba. Sanırım tüm bu meziyetlerimin üzerine, bir sakalım yok bir de nargile içmiyorum. Olmayacak bu yaştan sonra paraya kıyıp nasıl içiliyorsa nargile içmeye başlayacağım. Sakal zaten kolay. Bundan sonra yer altı ve yerüstü güçler peşimde olacak. Demedi demeyin.

Öyle zannediyorum, Biraz zor oldu ama şükür, sonunda sizi ikna ettim ve bana haklısın abi diyerek bir hakkı teslim ettiniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde