Ana içeriğe atla

Bu Virüs Nasıl Yayılıyor?

—Kardeş, bu virüs nasıl yayılıyor? 

—Bir yılı geçti, daha nasıl yayıldığını öğrenemedin mi? 

—Uzmanlar, nasıl bulaştığına dair o kadar çok şey söylediler ki nasıl bulaştığına dair pek bir şey öğrenemedim. Çünkü her bilgi kafa karışıklığına sebep oluyor. 

—Mesela? 

—Damlacıklar, ağız ve burun yoluyla bulaştığı; temastan, havadan ve nefes alıp vermeden geçtiği söyleniyor. Bu yüzden ki ağzımızı ve burnumuzu kapattık. Birbirimizle aramıza mesafeler koyduk. Sadece insandan insana değil, başka şeylerden de geçtiği söylendi. Hatta bu yüzden marketten sebze ve meyve alırken elimize eldivenler giydik. Dışarıdan aldıklarımızda virüs varsa gitsin diye sebze ve meyveyi balkonda beklettik. Dışarıda giydiğimiz elbiseleri eve girmeden çıkardık. Bir başkasının secde ettiği yerde virüs olabilir diye camilere seccade ile gider olduk. Bir yere girerken çıkarken bir eşyaya, paraya pula dokununca ellerimizi dezenfektan ile temizledik. 

—Yani? 

—Virüsün yayıldığı veya risk barındırdığı gerekçesiyle birçok işletmeye ya kısıtlama getirdik ya da işletmeyi kapattık. Lokanta, berber, düğün salonları, yüzme havuzları, kabinler, çay ocakları, kafeler, kahvehaneler vs. Hayatımıza dijital alışveriş ve paket servisi girdi. Okulları açtık açtık kapattık. Kah kısmi kah tam kapandık kah kontrollü normalleşmeye kalktık. Cumalar gidemedik, cenaze ve düğünlere sınırlandırmalar getirdik. Hem hafta sonları hem de akşam saatlerine kısıtlamalar koyduk. Gevşek pardon esnek çalışmayı, uzaktan ve dönüşümlü çalışmayı gördük. İdari iznin kapsamını alabildiğine genişlettik. 65 yaş üstüne ve 20 yaş altına çıkış yasağı koyduk. 

—Nereye varmak istiyorsun? 

—Pek bir yere varamadım. Hala olup biten ve yapılanlardan maksadın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Ama tüm olup bitenleri hala anlayabildiğim söylenemez. 

—Pes doğrusu! Nasıl anlayamazsın? Kalın kafalı mısın yoksa? 

—Sanırım öyle. Ama yavaş yavaş kafamda oturmaya başladı. 

—Nihayet kafan çalışmaya başladı o zaman. 

—Şükür... 

—Nasıl bir sonuca vardın? 

—Vardığım sonuç, virüsün sabah 10'dan akşam 5'e kadar yürüyüş mesafesindeki marketten alışveriş yaparken bulaşmadığı hatta akşam 7'ye kadar bir  riskin olmadığı. Yani gündüz değil, gece yayılıyor virüs. 

—İlginç...

—Vardığım başka sonuç da var. 

—Neymiş o? 

—Virüsü insanların değil, arabaların yaydığı. 

—Pes doğrusu! Bu sonuca nasıl vardın? 

—Buna tecrübe, akıl ve zeka denir. Bunun için benim zekama sahip olman gerek. 

—Neyse kendini övmeyi bırak. Araba ve virüs teşhisine gel. 

—Biraz o kafanı çalıştırsan benim vardığım sonucu ayan beyan görürsün. 

—Tamam, söyle. 

—Kısmi ve tam kapanma zamanlarını gözünün önüne bir getir. Polis kimin peşinde? Yayaların mı? Hayır. Belirli kontrol noktalarında polis araçları kontrol ediyor. Niye yayaları değil de arabaları kontrol ediyor? 

—Niye? 

—Çünkü virüsü yayalar yani yürüyüş mesafesindeki insanlar değil, hareket halindeki arabalar yayıyor. Yoksa ne diye arabalara yasak getirilsin. Bu arada bir hakkı daha teslim edelim. Sözlerimden virüsü tüm araçlar yayıyor anlamı çıkarılmasın. Bazıları yayıyor, bazıları yaymıyor. Bu nasıl oluyor dersen? Çıkış izni olan araçlar yaymıyor, çıkış izni olmayan araçlar yayıyor. 

—Senin vardığın sonuç bu mu? Ciddi olamazsın. 

—Hem de hiç olmadığı kadar ciddiyim. Yoksa polis niye bazı araç sürücülerine niçin aracınla dışarıya çıktın, cezası yazsın. Bu arada virüsün yayımladığı başka pozisyonları da biliyorum. 

—Neymiş o? 

—Uçakta ve toplu taşıma araçlarında yan yana oturduğun zaman da virüs bulaşmıyor. Ya ne zaman dersen? Bu toplu taşıma araçlarına binmeden yayılıyor. Bunu da insanlar bu araçlara binmeden dışarıda takip mesafesine riayet ederek ön ve arkasındakine mesafeli durmasından anlıyorum. 

—Bu bana söylediklerini daha önce başkasına söyledin mi? 

—Hayır efendim. Bu orijinal fikirlerimi ilk defa sizinle paylaşıyorum. Benim için kıymetli olduğunu bil. 

—Umarım bu orijinal fikirlerini yazı konusu edinmezsin. 

—Kaçar mı hiç. Yazdım bile... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde