Ana içeriğe atla

Bir 20'lik Fotom Bile Yok

Düğmeye kim bastı, millet nereden haber aldı bilmiyorum. Dünden beri sosyal medyada bir 20'li yaş furyası başladı. Düğmeye basılır basılmaz ellerinin altında sakladıkları 20'li yaşlar fotoğrafını paylaşan paylaşana. Meğersem herkes hazırlıklı imiş. Düğmeye basanı tebrik etmek lazım. Bu hıza ancak şapka çıkarılır. 

Ben desem, haydin 20'lik fotoğraflarınızı bir göreyim, aklından zorun mu var deyip kimse oralı olmazdı. Kıskandım doğrusu. 

Hazırlıklı olmayanlar da var tabi benim gibi. Belki de kıskançlığım bundandır. 

Doğrusunu isterseniz, benim de 20'lik fotoğrafım  var mı diye albümü karıştırma gereksinimi duymadım. Zira yok. 

Nasıl olsun ki... Bu yaşlarda çektirdiğim foto olsa olsa vesikalık olur. Onu da okul istemiştir kayıtta. Allah'ın emri gibi bilmem kaç cm ebatında, son altı ayda çekilmiş 6 adet foto isterlerdi pulun yanında. Ne yaptılar ne yapacaklardı bilmem bu 6 adet fotoyu. Bir tanesini kütüğe yapıştırsalar diğer 5 tanesi dosyada duruyordur mutlaka. 

Tek tük de olsa geçmişe dair vesikalık bulabilirim ama hangi yaşa ait olduğunu nereden bilebilecektim. Millette iyi hafıza varmış ki kaç yaşında iken çekindiğini biliyor. Belki de arkasına çekindiği tarihi yazmış olmalılar. Hoş, bu vesikalıklardan birini paylaşsam, gençliğinde de pek yaşlıymışsın şeklinde yorum yazıp gecemi zehir edeceklerin de pusuda beklediğinden adım gibi eminim. Sanki çok mu genç mişim diye sordum gibi. 

Boydan fotoğrafım olup olmadığını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Vesikalığı bile pahalıydı bu fotolar şipşakçılarda. Değil ki zevkine olan boydan bir resmim olsun. Ama durun, yeni yeni aklıma gelmeye başladı. Aslında o yaşlarda amatör bir fotoğrafçıya amcaoğlu ile birlikte ellerimizi belimize koyarak bir fotoğraf çektirmiştik. Bizim de bir 20'lik fotoğrafımız olsun demiştik. Parasını da peşin almıştı bizim seyyar fotoğrafçı. Tüm paramızı ona vermiştik. Haftaya alırsınız demişti. Bir de güzel çektim demişti. Bir sevinmiştik bir sevinmiştik. Haftayı iple çektik. Haftalar birbirini kovaladı, bizim boydan 20'lik foto gelmedi. Duyduk ki bizim amatör fotoğrafçı Avrupa'ya gitmiş. O gündür bugündür beklerim bizim Avrupalıdan arkadaş sizin bende bir fotoğrafınız var demesini. Demedi. Biz üzerine bir bardak su içtik. Çünkü gelmedi bize bir fotoğraf. Meğersem adama Avrupa'ya gidiş harçlığı vermişiz. Belki de hiç çekmedi fotoğrafımızı. Bize poz verin derken çeker gibi yaptı. Hasılı bir 20'li yaş fotoğrafım bile yok size paylaşacağım.
Sonraki yıllarda Avrupa'dan izinli geldikçe birkaç defa fotoğrafımızı istemiştik. Ne fotoğrafı diyerek bizi utandırmış, kırmızı yüzümün bir yanağı kararmıştı. Onun yüzünde hiç karanlık emaresi göremedim. Zira yapa yapa alışmış ve utanmayı unutmuş olmalı. 
Neyse, o yıllara ait bir fotoğrafım olmasa da o yıllara ait bir anım var gördüğünüz gibi. Parasını peşin verdiğimiz, gelmeyen ve olmayan fotoğrafın acısı içimde kalmış. Görüyorum ki 20'li yaş fotoğrafınız var ama o yaşlara ait kazık yemiş bir anınız bile yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde