Ana içeriğe atla

İslamcı Kesimin Mücahitleri

İslamcı kesimin öncü insanları vardı. Kimi siyasette kimi de konferanslarda kendini gösterirdi. Bu öncü isimler mitinglerde ve salonlarda konuştukları zaman izleyici ve dinleyicileri coştururdu. Konuşmalarında slogan vardı, hamaset vardı, İslami anekdotlar, hassasiyet, milli ve manevi değerler vardı. Karşılığında "Mücahit falan" tezahüratları atılırdı. Etkisinde kalanlar “Adam korkusuz, tam bir mücahit" derlerdi.

70'ler, 80'ler, 90'lar böyle geçti.

Şimdilerde o mücahitler ve halkı arkasından sürükleyenler kalmadı. Kimse de kimse için mücahit demiyor. Hatta "Eski mücahitler müteahhit oldu" deniyor.

Bu tespit ne derece gerçeği yansıtıyor, eski mücahitlerin ne kadarı müteahhit oldu bilmiyorum. Bilinen bir gerçek var ki eski mücahitlerin içerisinde müteahhit olanlar da var, maddi yönden köşe olanlar da var, makam ve mevki sahibi olanlar da var. Bugün hiçbirine mücahit denmediği gibi onlar da kendilerini mücahit görmüyor. Kimi öldü kimi kenarda, köşede, işinde, aşında.

Bu durumda mücahitlik bir yere gelinceye kadarmış denebilir ya da 28 Şubat dönemiyle birlikte halk ve mücahit denenler kendilerini sorguladı, özeleştiri yaptı. Bunun sonunda bıraktı veya yaşanması gereken bir süreçti. Yaşanıp bitti ve tarihin arşivindeki yerini aldı.

Demek ki 30-40 yıllık bir geçmişi var mücahitliğin. Ayakları yere basan ve kökleri sağlam bir mücahitlik değilmiş. Belki de bir kandırmacaydı. Mücahitlik kalmadığına göre dava dedikleri de dava değilmiş. Belli bir süre bizi pompalamışlar ve pohpohlamışlar. İçi de dolu olmadığı için bir müddet kullanıldıktan sonra koymuşlar kenara.

Öyle zannediyorum, dava diyerek koşturduğumuz veya bize dava diye anlatılan bir masalmış, bir hayal dünyasıymış, belki de bir aksesuardı. Birileri kendilerini davanın öncüsü ve lideri diyerek bize illüzyon yapmış. Bizler de arkalarından koşmuşuz.

Geldiğimiz nokta itibariyle bu mücahit geçmişimizi kaç kişi sorguladı. Yaptığımız doğruydu, yanlış yapmışız, milleti kandırmışız diyeni pek görmedim.

Mücahit denenler kendilerini sorgulamadığı gibi bunlara mücahit tezahüratı yapanlar da sizin nereniz mücahitmiş, kartondan mücahit imişsiniz dediğini görmedim.

Herkes kendi kabuğuna çekilmiş sanki böyle bir dönem yaşanmamış gibi bir davranış içerisinde.

Çok akıllandık mı? Sanmıyorum. Yarın bir başkası hamaset ve yeni sloganla piyasaya çıksa, biz bu filmi görmüştük, bu yeni versiyon eski filmin bir başka versiyonu diyeceğini sanmıyorum. Yani çok ibret aldığımızı düşünmüyorum. Çünkü çok sağlam bir fikri temelimiz yok. Temelimiz olmayınca bize birkaç gaz yetiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde