Ana içeriğe atla

Göçebelikten Yerleşik Hayata

Bakmayın gelişmekte olan ülkeler arasında sayıldığımıza. Bu, bizim gibi ülkelerin ağzına çalınmış bir parmak baldan ibarettir, bir züğürt tesellisidir. Bal gibi gelişmemiş ve gelişme gibi misyonu olmayan bir ülkeyiz. 

Geri kalmışlığımızın göstergesi, göçebe hayatından daha yerleşik hayata geçemeyişimizdir. Her depremde binalarımızın yıkılması da geri kalmışlığımızın bir göstergesidir.

Ömrümüz bir oradan bir bu tarafa göçebe yaşamışız. 

Herkes yerleşik hayata geçip gidecek yer kalmayınca biz de zorunlu olarak yerleşik hayata geçmişiz. 

Yerleşik hayata geçmişiz ama doğayı tanımadan, doğanın acımasızlığını hesaba katmadan, doğanın kurallarına uymadan yerleşmişiz. Doğaya uyumu değil, doğaya rağmen bir yerleşik hayatı hayat felsefesi haline getirmişiz.

Öyle yerleşim yerlerini mesken edinmişiz ki oturduğumuz yerin zemini nasıl, bu zemine bina yapılır mı, bu zemin bu binayı taşır mı, bu zemini nasıl bir bina taşır, binanın ayakta durmasının şartları nelerdir dememişiz. Çünkü düşünme, bunun üzerine kafa yorma bize göre değil. Hoş, buraya yerleşilmez diyen olsa da kulak vermeyiz. Hem başına buyruğuz hem de yeter ki başımızı sokacak bir evimiz olsun. Çünkü “kurban olduğum Allah’ımız bizi korur” düşüncesi içimize işlemiş. Sonra “ölüme çare mi var? Nasılsa ölecek değil miyiz?” Bu mantalite ile rastgele yayılıyoruz.

Yerleşik hayatla birlikte kurduğumuz devlet de bize bu konuda yol göstermemiş. Daha doğrusu yol gösteremez. Çünkü devlet dediğimiz biziz. İçimizden seçtiklerimiz yönetiyor. Biz nasıl göçebelikten kurtulup yerleşik hayata geçememişsek, devleti yönetenler de göçebe kültürüne sahip.

Vatandaş rastgele bina yapar, devlet sonradan bunu üç kuruş paraya afla resmiyete dönüştürür. Zemini sert yerleri imara açmaz, nerede zemini yumuşak bir yer varsa, inadına oraları imara açar. Çünkü rant var buralarda. Vatandaş da rant peşinde, devlet de. Hele bir deprem uzmanı uyarmışsa, orayı imara açmak izzeti nefis meselesi yapılır.

Deprem uzmanlarına kulak vermeyiz. Dedikleri bir kulağından girip, diğerinden çıkan, ders dinlemeyen ve ders almayan yaramaz ve tembel öğrenciler gibiyiz. Çünkü bizim için tedbir değil, takdir önemli. Atın ölümü arpadan olsun sonra. Tedbir tedbir nereye kadar? Biz bu dünyaya tedbir almak için mi geldik? Üç günlük fani dünya için rahatımızdan ödün vermek de neyin nesi?

Yeniden göçebe devlet anlayışımıza gelirsek, ülke yönetimine gelen gelmiş geçmiş hiçbir hükümet uzun soluklu çözüm için çalışmaz. Çünkü bilir ki kalıcı değil. İktidarda kaldığı sürede bir şeyler yapıp seçime gitmeden bunu göstermesi ve bunu ben yaptım ben demesi lazım.

Milletiyle beraber göçebe hayatı yaşayan devletin işleyen ve oturmuş bir kültürü olmaz. Devlet yönetimi bile kişiden kişiye değişir.

Sonuç olarak bir doğa olayı olan depremler bu ülkeyi belirli periyotla vurur. Her vuruş boş geçmez. Yaptığımız o güzel cilalı evleri başımıza göçürür. Hepsinde de nicelerimizi kurban veririz. Ders alıyor muyuz? Asla. Zira ders bizim işimiz değil. Ölürüz ama bu davadan vazgeçmeyiz. Depremin yıkıp geçtiği yerlere yeni evler yapıp yeni depremler beklemeye koyuluruz. Çünkü alın yazımızda ne varsa onu göreceğiz. Zaten göçebe hayatından yerleşik hayata geçsek de bu hayat da geçici değil mi? Hasılı göçebelikten göçüp gideceğiz.

Yorumlar

  1. okudugum en saçma yazı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu vesileyle bir saçma yazı okumuş oldunuz. Fena mı? Keşke saçma diyeceğinize niçin yazıya niçin katılmadığınızı, doğrusunun ne olduğunu yazsaydınız da okuyucular müstefit olur, yazınızla tarihe bir not düşmüş olsaydınız. Benim yazım kendi değerlendirmem. İsmimle, cismimle buradayım. Yazıyı ben bu düşüncedeyim diyerek yayımlayıp paylaşıyorum. Katılır veya katılmazsınız. Saçma diyeceğinize nezaketen katılmadığınızı yazabilirdiniz. Kusura bakmayın ama bazen anlamadığımız saçma görebiliriz ve saçmalık bazen beynimizde olabilir.

      Sil
    2. Sosyal medyada paylaştığım bu yazıya yazılan bir yorumu insafına bırakıyorum:
      "Sayın Hocam
      Göçebelerin ihtiyaçları az ve basit olduğu için problem çözme yetenekleri de gelişmemiştir. Böyle toplumlar için yer yatak, gök yorgandır. Ve bunlar için kas gücüne ihtiyaç vardır ve kabadırlar. Bu ihtiyaç zihinsel yetilerin gelişimini de engeller, erteler çünkü yaşantılarında çözülmeyi bekleyen problemleri çok azdır. Hemen hemen herşeyi örn.barınma, bürünme ve yeme ihtiyaçlarını tamamen doğadan karşılarlar. İş bölümü yoktur veya çok basittir herkes herşeyi yapar. Göçebe kültürü sözlü kültürdür, kulak gelişmiştir ve yasa yoktur, güçlü olanın buyruğu yasadır çünkü kudretin/kılıcın sahibidirler. Okuma alışkanlığı yoktur. Bilim ve sanat gelişmemiştir. Ve itaat kültürü yaşamı belirleyen en önemli faktördür. En üstte kavvam bir baba, onun emrinde kalabalık bir aile, ataerkil. Bir de dinin etkisi; Allah'a, Resule ve...itaat ve şiddetle sahiplenilen devasa külliyat. Zannedersem İbn Haldun, köylerde dini anlayışın zayıflığından bahseder. Belinde kılıç, elinde yay ve sırtında sadakla, at üzerinde toprak fethetme, şehadet, gaza arzusu. Göçebe insanlar aynı zamanda duygu yüklüdürler. Deprem sonrası dayanışma bunun en önemli göstergesidir. Deprem öncesi için akıl gerekir malesef olmadığı için de yere çakılır. Akıl mübadelenin olduğu yerde gelişir ve deniz bunun en önemli aracıdır. Şehir kültürü yazılı kültürdür, göz gelişmiştir, yasa vardır kalem vardır, yazı vardır, bilim ve sanat vardır. Bozkır insanı bunlardan uzak olduğu için şehirleşmesi de çok zordur. Kısacası duygu, kas gücü, söz/şiir, kabalık ve itaat yüksek ama akıl, düşünce, bilim, sanat, incelik, saygı en düşük düzeyde olduğu için de şehirleşebilmeleri çok zayıftır. Bunun için de Allah'ı şehire getiremezler. Galiba derli-toplu bir katkı olmadı. Saygılarımla."

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde