Ana içeriğe atla

Sağlam Zemin+Sağlam Bina= Sağlam Vücut

Eski yerleşim yerlerine bakılırsa, ecdadımızın dağ yamaçlarını mesken edindiklerini görürüz. Buraları mesken edinirken, ellerinde bugünkü teknolojik imkanlar yoktu, fay hatlarının nerelerden geçtiğini bilecek bir bilgiye sahip değillerdi.

Ecdadımız bizim kadar bilgiye sahip olmasa da hayatı yaşayarak öğrenmişler, bir oradan bir buraya göçebe hayatı yaşarlarken doğanın her türlü zorluk ve kolaylığını görmüşler ve büyük tecrübeler edinmişlerdi.

Yerleşik hayata geçerken nereleri mesken edinirsek, doğa şartlarına uygun yaşar ve hayatta kalırız hesabı yapmışlar. Öyle zannediyorum, dağ yamaçlarını yurt edinirken sırtlarını dağa vererek herhangi bir düşman saldırısına karşı arkayı güvene almışlar. Heyelan ve toprak kayması yaşamayalım, soğuk ve rüzgarı kessin diye düşünmüş olmalılar.

Fay hatlarının haritası ellerinde olmasa da göçebe veya yerleşik hayatta iken depremi bilfiil yaşamışlar, dağ yamaçlarının depremden en az etkilenen ve en sağlam yer olduğuna kanaat getirmiş olmalılar ki ülkenin neresine giderseniz, bir dağın sırtında bir yerleşim yeri görürseniz, bilin ki o yerleşim yerleri en eski yerleşim yerleridir. Öyle ya insan ayağını sağlam yere basmalı.

Yine arkasında dağ, yamaç olmayan bir yerleşim yeri görürseniz, bilin ki buralar yakın zamana ait yerleşim yerleridir.

Ecdadın düz ovayı mesken edinmemesinde, buraları ekim ve dikime ayırmış olmalarının da payı büyük. Çünkü bunun için düz araziye ihtiyaçları vardı. Arkalarındaki dağ güvenliklerini sağlayacak, önlerindeki ovadan da rızıklarını temin edeceklerdi. Belki de yumuşak zemine yapılan evler sağlam olmaz diye ovaya evler yapmamışlardı.

Biz ne yaptık? Maalesef ataların bu tecrübe mirasını günümüze taşıyamadık. Dağ yamaçlarını bırakarak düz ve yumuşak zeminlere evler yaptık. Ekilebilir ve dikilebilir arazileri ve düz yerleri imara açtık. Tek katlı evlerden yüksek katlı binalara geçtik. Üstelik tüm bunları yaparken fayların nereden geçtiğini bilmemize rağmen biz bunu yaptık. Yaparken adam gibi zemin etüdü bile yapmadık. Bina yapacak yer kalmamış gibi dereleri, gölleri ıslah ederek buraları imara açtık.

Tüm bu yaptıklarımızla, aslında hayatı kendimize zindan ettiğimizi ve kendi sonumuzu hazırladığımızı düşünemedik. Üç beş kuruş imar rantı uğruna malımızı, mülkümüzü, canımızı ve geleceğimizi yok ettik. Güya biz atalarımıza göre daha bilgiliyiz. Üzerine teknolojik imkanlara sahibiz. Atalarımız yaşamak için işin kolaycılığına kaçmamışlar, tabiat şartlarına uygun hareket etmişler, bizim gibi intihara, seri cinayetlere yelken açacak bir maceraya kalkışmamışlar.

Keşke atalarımızın hiçbir şeylerini almasak da sadece tecrübelerini almış olsaydık, ne güzel olurdu. En azından bizi enkaz altında inim inim inleten depremlerle inlemezdik. Kan ve gözyaşı dökmezdik. Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizden dolayı kendi sonumuzu hazırlamazdık.

Heyhat ki heyhat. Ne canımız kaldı ne huzurumuz ne ekilebilir arazi bıraktık ne de dikilebilir. Her yeri imara açtık. Durmadan her depremde kurban vermeye devam ediyoruz. Halihazırda ecdadın tecrübesinden daha fazla tecrübe kazandık. Bizim tecrübemiz hep acı ve acıklı hikayeyle bitmesine rağmen yine de ders aldığımız maalesef yok. Hasılı yaşarken ölmüşüz de ağlayanımız yok.

Bari bundan sonrası hayatımız için parolamız, sağlam zemin+sağlam bina=sağlam vücut olsun. İnsanı yaşatalım ki devlet yaşasın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde