Ana içeriğe atla

Düşünme Kapasitesi ve Nimeti

"Düşündükçe itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma ve huzursuz etme kapasiteniz de artar. Kendi başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz; kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.

Bu sözünde Dücane Cündioğlu'nun ne demek istediği açık ise de yine de bu söz üzerine yazacağım bu yazımda.

Bu söze göre itirazın arkasındaki gücün kaynağı düşünce. Bu düşüncedir ki hayata, olaylara, kişilere, haksızlıklara vs. itirazım var dedirtiyor insana. Sonucu itiraz olan bu düşünceye can kurban. Ama bilelim ki itiraz edenlerin sayısı bir elin parmakları kadardır. Çoğunluk tasdik ve noter görevini yerine getiriyor. Düşünüp itiraz edemiyor, içine atıyorsa bilelim ki o kişi korkaktır.

Uyumsuz olma, çoğunluğa aykırı olması yönüyle olsa gerek. Çünkü çoğunluk sessiz ve sakin iken düşünen kalabalığa uyum sağlayamaz.

Huzursuz olma hali dertten olsa gerek. Bir şeyleri dert edinen gidişattan huzursuz olur. 

Huzursuz etme ise gidişatı dert edinmeyenleri uyandırmaya yönelik bir eylemdir. Kendi huzursuz olan başkasını da huzursuz eder. Ki böylelerine bu toplumun şiddetle ihtiyacı vardır.

Dücane, itiraz etmeyi, uyumsuz olmayı, huzursuz olmayı ve huzur bozmayı bir kapasite olarak görüyor. Demek ki bu özelliklere sahip olmak bir kapasite meselesi. Çoğumuzda bu kapasiteler yok demek ki. 

Esas vurucu cümlesi de son cümlesi. Zira burada “kendi başınıza karar almanız, kendi başına düşünmeniz, kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.” derken düşünme kabiliyetini kullananlara bazılarının niçin kızdığını belirtiyor. Demek ki birilerini çileden çıkartan düşünme melekesine sahip olmadıklarından dolayıdır. Olmayınca ne yapsın gariplerim.

Belli ki bilinç altlarında kıskançlık var diyeceğim ama kıskançlık da bir yere kadar anlaşılır. Çünkü onun gibi düşünmek ve olmak isterler ama beceremezler. Çünkü düşünmek çarşı ve pazardan satın alınan bir şey değil, uzun zamana yayılmış bir birikimin sonucudur. Zamanında düşünmeye kafa yormayanlar sonradan isteseler de beceremezler. Çünkü bir düşünmenin bir ürünüdür. Zeka ise kullandıkça gelişir. Zamanında kullanılmadığı için zeka ve düşünme melekeleri dumura uğramıştır.

Bu aşamadan sonra bu melekelere sahip olmayanlar hazıra konmayı seviyorlar ve işin kolaycılığını kaçıyorlar. Nasılsa birileri düşünüp servis ediyor. Onlar da bu servis edileni savunuyorlar. Bu, pişirilmiş yemeği afiyetle yemeye benzer. Yemek kadar güzel bir şey yok. Mutfağa girip o yemeği pişirmek ise zordur. İşin kolayı varken zora niye talip olsunlar.

Sonuç olarak düşünen insan demek özgün fikir sahibi demektir. Allah düşünen insanların sayısını çoğaltsın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde