Ana içeriğe atla

Koltuklara Yapışıp Kalma Hali

Bazıları doğuştan idareci olarak doğmuş ve sen idareci olmalısın. Bulunduğun yerde tutunup gözün daha yukarılara olsun. Zira senin için yükselmenin sınırı yok demiş olmalı.

Bir şekilde koltuğa otururlar ve koltuğa öyle bir yapışırlar ki kaldırabilene aşk olsun. Çünkü koltuk bu tipler için araç değil, amaçtır.

Koltukta tutunmak için kendisini oraya getirenlere hep minnet duyar. Onlara saygıda kusur etmez. Ricaları bile emirdir onlar için. Zaten bu koltuğa onların dediğini yapmak için gelmedi mi? Yerine getirmemesi varlık sebebine aykırıdır. Sadece vefa ve minnet borçlu olduklarına değil, tüm üstüyle ilişkileri iyi tutar, aklına yatmasa bile uyum içinde çalışır. Güce karşı boynu kıldan incedir.

Bu şekil kendisine hava veren bu koltukta mutlu bir hayat sürerken kazara bir kazaya kurban gidip koltuğu altından çekilse, dünyası zindan olur. Yaşamasının bir anlamı kalmaz. Ayakta gezen bir ceset gibi olur. Ne yapmıştı ki hâlbuki. Saygıda kusur mu etmişti. Ne dediler de yapmadı bugüne kadar. Ne güzel de alışmıştı işine gücüne. Bir güzel de çevre edinmişti. Bir haksızlık olmalıydı. Zira en zor zamanda görev almış, onlar için kelle koltukta savaşmış, nicelerinin kalemini kırmış ve saçını süpürge etmişti.

İçinde bulunduğu durumu bir türlü kabullenemez. Onunla yatar, onunla kalkar. Çünkü koltuk her şeydi onun için. Ha altından koltuk gitmiş ha ölmüş. Sonra ne diyecekti başkasına. Başkası bir koltuk uğruna geçmişte şu yaptıklarına değdi mi derse, ne diyecekti. Of... Çekilir mi bu dünya.

Hayata ve insanlara küser. İnsan içine çıkamaz. Herkesle selamı sabahı keser, eve kapanır. Bir düşünmedir gider. Başına gelen bu duruma sebep olanları bir türlü affetmez. Çünkü ne yapmıştı ki.

Çevrenizde vardır böyleleri.

Bu tipler koltuğu varlık sebepleri olarak görürler, hayatlarında 'B' planına hiç yer vermezler.

Varları-yokları koltuktur. Hep bir taraftan emir alırken alt tarafa da emir vermeye alışmışlardır.

Emri altındakiler emrini yerine getirdikçe sevinç ve mutluluktan dört köşe olmuşlardır.

Gittiği her yerde ilgi-alaka ve saygı gördükçe itibarlı biri olduklarına da kendilerini ikna ederler.

Hele bir de başkasının bilmediği bazı şeyleri bilirlerse, bulunmaz Hint Kumaşı olduklarına ve koltuğu bıraktıkları takdirde işlerin aksayacağına da kendilerini inandırmış iseler, kendileri olmadan bu işler yürümez.

Hasılı ne kadar yıpransalar, itibar kaybına uğrasalar, koltukta ezilseler ve heyecanları kalmasa dahi istifayı hiç düşünmezler ve koltuğa yapışıp kalırlar. Bu tipler için bir Hint atasözünü buraya yazıyorum: “Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa, kesinlikle altını kirletmiştir."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde