Ana içeriğe atla

Övme ve Yerme Hastalığımız

Övme ve yerme, tabiatta her şey zıddıyla kaimdir sözünün bir tecellisi olarak hayatımızda yer tutan; biri iyi anlamda, diğeri de kötü anlamda kullanılan iki kavramımızdır.

Hayatımızda her şeye ihtiyaç duyduğumuz kadar bu iki kelimeye de ihtiyaç duyarız.

Yerine, zamanına ve kıvamına dikkat edildiği, sapla samanın karıştırılmadığı zamanlarda kullanıldığı takdirde her iki kelime de bir işlev görür.

Övme vefayı andırır, yerme de hatayı tespitte işe yarar diyeceğim ama biz bu iki tabiri kutuplaşmada kullanıyoruz.

Övme ve yerme abartı derecesinde olduğu takdirde bu iki kavram içinden çıkılmaz bir hal alır. Bir müddet sonra bakmışız ki övme ve yerme bir hayat felsefemiz olup çıkmış. Varlık sebebimizdir artık.

Yatar kalkar över veya yereriz. Her iyi şeyde sevdiğimize bir pay çıkarırken sevmediğimiz de nasibini alır bundan. Zira yılanın başıdır.

Bir nevi hastalıktır bu. İşin ucuzuna ve kolayına kaçmaktır aynı zamanda. Ortaya yeni bir şey koymaktan aciz olanların ortaya koydukları, kendilerini tatmin ettikleri bir savunma psikolojisidir. Bizde bir şey yok demektir.

Bu anlayışa göre bugün gördüğümüz her şey, övdüğümüz kişinin bıraktığıdır veya bugünkü kötülüklerin müsebbibi yerdiğimiz kişidir.

Övme ve yerme hastalığından kurtulmamızın yolu, kendimizin ortaya bir şey koymasıdır.

Yeni bir şey ortaya koymadıkça geçmişle övünmeye veya geçmişi yermeye devam edeceğiz.

Bu, üreten beyin taşımayışımızdandır. Kendimize güvenimiz olmadığı gibi bunu yapacak irademiz de yok.

Hoş, hepsi olsa da düşünecek, planlayacak, üretecek ve çalışacak azim olması gerekir.

Övünmek ve yerinmek varken niye kendimizi yoralım sonra.

Oturur muhabbetini yapar veya kinimizi kusar, egomuzu tatmin ederiz.

Ne de olsa mirasyediyiz çoğumuz. Öncekilerin bıraktığını hoyratça kullanırken üzerine bir şey koymadan yaşıyoruz.

Övme ve yerme ile mesafe kat edilseydi, bizden ileri ve gelişmiş devlet olamazdı. Çünkü bizden başka geçmişiyle iç içe yaşayan herhalde başka bir millet yoktur.

İşin garibi övdüklerimiz ve yerdiklerimiz aynı kişiler değil. Bir kesimin göklere çıkardığını diğer kesim yerin dibine batırıyor. Onların yerin dibine batırdığını öbürü el üstünde tutuyor. Yani övme ve yermede de bir birlik yok.

Gerçekten nasıl bir ruh hali bu bizim yaşadığımız. Övgü ve yergiye dayalı bu yaşayışın kime ne faydası var?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde