Ana içeriğe atla

Devlet Var mıydı, Yok muydu?

Deprem afetinin yaralarını tam saramadan, depremzedelerin acılarını dindiremeden, depremzede var olma mücadelesi verirken ve bir yakınını defnedip diğerine koşarken birileri "Devlet vardı/devlet yoktu" tartışmasını yapmaya başladı. 

Yapılanları, yazılıp çizilenleri, kavgayı hayret ve ibretle izliyorum. 

Tüm bu kavgayı ocaklarına ateş düşen depremzede yapsa, hakları var, acılarından varsın konuşsunlar, ne derlerse kabulümüzdür diyeceğim. Ama depremzede suskun, depremzede yaralı, depremzede hayat-memat ayakta kalma mücadelesine odaklanmış.  Çünkü anası ölmüştür, babası ölmüştür, kardeşi, eşi, çocuğu, komşusu ölmüştür. Yani işi başından aşkın. Evimi, batkınu, eşyasını kaybetmiş. Aynı zamanda soğukla boğuşuyor. Fırsat buldukça için için ağlıyordur, belki de sıkıntısını içine atmış, ağlayamıyordur bile. Acıların çocuğu olmuştur zira. 

Durum bu iken devlet vardı, yoktu kavgası troller tarafından sosyal medyada devam ettiriliyor. Bugünden yarına bu kavga duracağa da benzemiyor.

Bu kavga savunmacı ve saldırgan anlayışa sahiplenenlerin kavgasıdır. Savunan kesim koruyup kollama adına bunu yapıyor. Saldıran kesim de fırsat bu fırsat, nasıl vurur nasıl zayıflatırsam, kar mantığı güdüyor.

Gelelim devlet var mıydı, yok muydu sorusunun cevabına. Bu soruya, savunmacı ve saldırgan kesim gözüyle cevap vermeyeceğim. Zira her ikisi de olgudan ziyade algı savaşı veriyor. Allah bunları bildiği gibi yapsın. Bu soruya cevabı depremzede gözüyle vereceğim. Devlet hem vardı hem de yoktu. Nabza göre şerbet, hem nalına hem mıhına türünden iki tarafı da memnun etme niyetinde değilim.

Depremin ilk anından itibaren devlet ayaktaydı, harekete geçti. Deprem bölgesinde oldu. Bir yerlerin ucundan tuttu ve arama kurtarmaya başladı. Elindeki insan gücüyle elinin yettiği yerlere elini uzattı. Ben buradayım dedi. Devleti bu şekil yanında gören halk için devlet vardı. Çünkü yanlarındaydı.

Gelelim devlet yoktu diyen depremzedelere. Bunlar için de devlet yoktu. Çünkü deprem bölgesi bir il, birkaç ilçe ve köylerden ibaret değil. 10 şehri yıkıp geçen büyük bir alan. Bu alanda 13 milyon insan yaşıyor ve binlerce ev yıkılmış, binlerce kişi enkaz altında kalmış. Elindeki arama kurtarma insan gücü ve imkanlarla devletin 13 milyon kişiye ve binlerce enkaza aynı anda ulaşması ve yeterli gelmesi mümkün değil. Zaten bu yüzden devlet tüm dünyaya acil yardım çağrısı yaptı. Kendi kendine yetebilseydi, hiçbir ülkeden yardım istemezdi. Diğer ülkelerden ve Türkiye'nin her bir yerinden gönüllülerin deprem bölgesine gelmesi zaman aldı. İşte bu süreçte devleti yanında göremeyen depremzede için devlet yoktu. 9.10.11.12. gün dahi enkazdan canlı kurtarmak bile arama kurtarma ekiplerinin bu enkazlara geç intikalinin bir göstergesidir.

Filistin ve İsrail meselesine dönüştürdüğümüz bu konu bu kadar basit. Yeter ki anlamak isteyelim. 

Bu konuya basit bir örnek vereceğim. Evinize birkaç misafirin gelmesiyle aynı anda 30 misafirin gelmesi bir olur mu? Birkaç misafire gösterdiğiniz ilgi, alaka, izzet ve ikramı 30 kişiye gösterebilir, aynı oranda hizmet yapabilir misiniz? Ne mümkün. Çünkü birkaç misafiri ağırlamak başka 30 kişiyi ağırlamak başka. Birkaç misafiri ağırlarken her şey tıkırında olurken çok misafire iki ayağımız pabuca girdiği gibi aksaklıklar da olur. Fazla misafir evde iken veya ayrıldıktan sonra ev sahibi iyi bakamadı derken az misafir ev sahibi çok iyi baktı der.

Anlatmak istediğim, 1 milyonluk şehrin enkazına bakmak ile 13 milyonluk şehirlerin enkazına bakmak aynı değildir. O yüzden aksama olur, gecikme olur. Bunu anlamamak için bir insanın kör ve sağır olmasına gerek yok. Biraz izan yeterli.

Burada devlet çok masum, her şeyi dört dörtlük yaptı demek suretiyle devlete yön verenleri temize çıkarma niyetim yok. Eksik ve aksağına rağmen bu devlet bizim devletimizdir. Eksikleri birlikte düzelteceğiz.

Burada direksiyonun başında oturanlar ve oturmak için hazırlık yapanlar bu büyük depremden dersler çıkarmalı. Demek ki çok ili vuran depremler de olabiliyor demeli. Devlet vardı diyenleri dost, yoktu diyenleri düşman bellememeli. Bu depremdeki aksayan yönleri güçlendirmek için daha büyük plan, program, hazırlık vs. yapmak için  kolları şimdiden sıvamalı. Organize, koordine, lojistik destek, malzeme, materyal ve insan gücü ne gerekiyorsa şimdiden daha büyük düşünmeli. Büyük devlet olmak, büyük düşünmeyi gerektirir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde